(Bu yazı Ekim 2010 tarihinde yayımlanmıştır. Orjinal hali girgince.net sitesinde bulunuyordu. Siteyi maalesef teknik bir problemden dolayı kaybettik. Şansımıza metin ve fotoğrafların bir kısmı Internet Archive'de bulunuyordu. İçeriği mümkün olduğunca buraya aktardık.)
Mont Blanc
Patika koşusu (trail running) günümüzde popülerliği gittikçe artan bir spor dalı. Şehir içerisinde, asfalt üzerinde, stadyum veya yapay koşu parkurlarında veya koşu bantlarında koşmak yerine doğa içerisinde, patikalarda koşuyorsunuz. Dere tepe demeden, tozda, toprakta, bazen yağmur altında çamur veya kışın karlar içerisinde, bazen taşların, çalıların üzerinden hoplayıp zıplayarak… Elbette yakınızda buna olanak sağlayacak yerler varsa :) Örneğin biz ODTÜ’lüler için Yalıncak (veya Eymir), İstanbul’da yaşayanlar için Belgrad ormanında yapılan koşuları hep patika koşuları olarak nitelendirebiliriz. Bu araziler hem geniş ve düzgün açılmış patikalarda kendinizi çok fazla zorlamadan hem de eğer isterseniz daha seyrek kullanılan dar patikalara (genelde daha engebeli veya dik) veya orman içerisine girerek daha yüksek tempoda koşmanıza olanak tanıyor. Sanırım yapay koşu parkurlarında veya koşu bantlarında spor yapmaktan daha zevkli ve eğlenceli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Normal koşu malzemeleriniz ile koşullar ve zemin zorlu olmadığı zaman kolaylıkla patika koşusu da yapabilirsiniz. Ancak çamurlu zeminde kaymayı, taşlık arazide ayakkabı tabanının çabuk eskimesini veya çalıların içerisinde ilerlerken derisinin çizik içerisinde kalmasını kimse istemez. Dolayısıyla patika koşusuna uygun malzemeler mevcut ve onları kullanmak çoğu zaman daha verimli ve yararlı oluyor (örneğin, patika koşusu için tasarlanmış ayakkabılar daha dayanıklı malzemelerden üretiliyorlar ve tabanları daha girintili oluyor).
Normal koşuda nasıl çeşitli mesafelerde (10km, yarı maraton, maraton gibi) yarışmalar düzenleniyorsa patika koşusu için de dünyanın dört bir yanında orta ve uzun mesafelerde yarışmalar düzenlenmekte. Bunların bir kısmında 42.195 km olan maraton mesafesinden daha uzun mesafeler koşuluyor (genelde 50, 100 km veya mil). Bu yarışmalara ultra trail (normal koşuda ise ultra maraton) adı verilmekte (bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Ultramarathon). Bir çok kişi için inanılması güç gelen mesafelerin yanı sıra koşulan araziler ve hava koşullarından dolayı oldukça pek de kolay olmayan ve insanı zorlayan etkinlikler. Genelde katılımcıların yarı veya tam olarak kendine yeterli olması (örneğin, yeterli yiyecek ve içecek, koşullara uygun giysiler bulundurmak vb.) zorunlu. Fas çöllerinde 254km boyunca koşulan (en uzun etabı 91km) Marathon des Sables gibi uç örnekleri mevcut. Bizim (yani Serkan ve Sertan) yazımızın konusu ise Emre Tok ile birlikte katıldığımız ve bu sene dördüncüsü düzenlenen Courmayeur – Champex – Chamonix, kısaltılmış haliyle CCC, 2010: İtalya’dan başlayıp İsviçre üzerinden Fransa’da sonlanan (harita için http://www.ultratrailmb.com/page/38/Course.html) ve Alplerde yer alan Mont Blanc silsilesini doğudan batıya geçtiğiniz, 98km uzunluğunda, toplamda 5600m tırmanışı ve 5800m inişi olan, iki kez 2500m üzeri, üç kez de 2000m üzeri geçitlerden geçilen bir dağ maratonu.
CCC, kendisinden daha eski ve ünlü olan Ultra Trail Mont Blanc’ın (UTMB) küçük kardeşi. Küçük kardeşi diyoruz çünkü UTMB 166km uzunluğunda ve toplamda 9500m tırmanışa sahip; Chamonix’den başlayıp Saint Gervais, Les Chapieux, Courmayeur, Champex üzerinden Mont Blanc silsilesini baştan sona geçip yeniden Chamonix’ye varıyorsunuz. Büyük oranda normalde bir trekking parkuru olan Tour de Mont Blanc’ı takip ediyor ve Avrupa’daki en zorlu koşu yarışması olarak adlandırılıyor. Yürüyüşçülerin normalde 7-9 gün zamanını alan parkuru UTMB katılımcılarının 46 saatin altında bitirmeleri gerekiyor. Dawa Sherpa, Vincent Delebarre, Marco Olmo, Kilian Jornet gibi birinci gelen atletlerin süresi ise yaklaşık olarak 21 saat (önlerinden saygıyla eğiliyoruz)! CCC başlangıcındaki ufak farklılık haricinde UTMB’nin Courmayeur’den sonraki kısmı olarak nitelendirilebilir. Zaman limiti 26 saat ve birincilerin bitirme süresi 11 saat civarında. CCC’nin yanı sıra, yine Courmayeur’den başlayıp Chamonix’de biten ama silsileyi saat yönünde güney tarafından dolaşan ve CCC’den biraz daha zorlu olan Sur les Traces des Ducs de Savoie (TDS, 111km uzunluğunda ve toplam 7000m. tırmanış var) ile yarışma amaçlı olmayan ve iki-üç kişilik ekiplerin katıldığı silsileyi tümden dolaşan 240km uzunluğundaki La Petite Trotte à Léon (PTL, 18000m. tırmanış) UTMB ile aynı tarihlerde düzenlenen diğer etkinlikler. PTL haricindeki üç yarışmada parkur önceden işaretlenmiş oluyor ve ara noktalarda yiyecek-içecek istasyonları bulunuyor; PTL’de ise amaç yarışmak olmadığından size sadece harita üzerinde geçmeniz gereken noktaların koordinatları veriliyor, isterseniz rota üzerindeki dağ evlerinde konaklayarak zaman limitinden önce parkuru bitirmeye çalışıyorsunuz ve ekipten bir kişinin daha önce UTMB’yi bitirmiş olması zorunlu.
CCC ve diğer etkinlikler bu sene Ağustos ayının son haftasında gerçekleştirildi. Aslında gerçekleştirildi demek tam doğru olmuyor çünkü daha sonra detaylarını okuyacağınız üzere hava koşullarından dolayı CCC son kısımlarına doğru, UTMB ise hemen başlangıcında durduruldu. TDS ise iptal edildi. UTMB katılımcılarının bir kısmı sonraki gün organizasyon tarafından CCC parkurunda düzenlenen ikinci bir yarışmaya katılabildiler. Yarışma durdurulduğunda biz (Serkan ve Sertan) 81.km’de yer alan ve katılımcıların devam etmesine izin verilmeyen en uç nokta olan Vallorcine’e varmıştık. Vallorcine’den sonra parkurdaki son dağ geçidi olan La Tete aux Vents’e çıkılıp Chamonix’ye iniliyor. Bizi onun yerine otobüsler ile Chamonix’ye bıraktılar :) Bizim şimdiye kadar birlikte katıldığımız herhalde en zorlu ama bir o kadar da zevkli etkinlik oldu. Hikayesi ise Ocak ayında bir raslantı ile başlıyor.
Fransa’da çalıştığım araştırma merkezi, INRIA Lille Nord Europe, şehir merkezinin biraz güney doğusunda Villeneuve d’Ascq’da bulunuyor. Villeneuve d’Ascq’ın VALMO (Villeneuve d’Ascq Lille Metropole Orientation) isimli bir orienteering kulübü de var. VALMO son bir kaç senedir Ekim ayında “La Valmotivée” isimli bir macera yarışması düzenliyor (http://www.valmo.net/raid/). İki kişilik takımlar ile orienteering, bisikletli orienteering, gece orienteering, koşu&bisiklet (bir kişi koşarken diğer kişi bisiklete biniyor, arada rolleri değiştirebiliyorsunuz) gibi çeşitli etapları olan bir etkinlik. Geçen sene iş yerinden arkadaşım Manuel ile takım “Sequel” olarak katılmış ve oldukça eğlenmiştik (Sequel aynı zamanda bizim araştırma ekibimizin de adı; genel olarak sequential learning problemleri üzerinde çalışıyoruz, ilgilenenler için bkz. https://sequel.lille.inria.fr/). Son birkaç senedir düzenli olarak koştuğumuz için sonrasında vakit buldukça yakın çevrede organize edilen diğer etkinlikleri de araştırmaya başladım.
İlk ilgimi çeken ilanını gördüğüm Paris’te düzenlenen Eco-Trail isimli patika koşusu oldu (http://www.traildeparis.com/). 2010 Mart ayında üçüncüsü düzenleniyordu. 50 ve 80 km. olmak üzere iki mesafe bulunuyor (aynı zamanda daha genele yönelik 18 km. koşu ve yürüyüş seçenekleri de var). 80 km.’de St Quentin-en-Yvelines’den 50 km.’de ise Château de Versailles’dan (ünlü Versay şatosu) başlayıp patika ve özellikle son kısımlarında yollardan koşup Paris’e varıyorsunuz. 80 km. koşucuları için bitiş noktası Eiffel (Eyfel) kulesinin birinci katı :) 50 km. koşuyorsanız dibinde bitiriyorsunuz. Aralık ayının ortalarında etkinliğe katılmaya karar verdiğimde 80 km. kontanjanı dolmuştu (belirli sayıda katılımcıya izin veriliyor, 2011 için bu rakam 1800 koşucu), dolayısıyla diğer seçenek olan 50 km.’ye kayıt yaptırdım. Eco-Trail hem güzel bir deneyim olacak hem de kış döneminde düzenli antrenmanlara devam etmeme yardımcı olacaktı. Internetten Fransa’daki diğer patika koşularına bakarken önce ultra koşular ile ilgili Ultrafondus dergisinin web sitesine (http://ultrafondus.net/index.php?lang=en) oradan da Alpler de düzenlendiği için ilgimi çeken Ultra Trail Mont Blanc’ın (UTMB) sitesine ulaştım (http://www.ultratrailmb.com/).
UTMB ile ilgili kısa bilgiler geçen yazıda vardı: kısaca Mont Blanc silsilesinin etrafında dönen, 166 km. uzunluğunda ve 9500 m. tırmanış içeren tek etaplık zorlu bir koşu. Sanırım pek çoğunuz gibi benim de ilk aklımdan geçen katılımcıların biraz çılgın olduğu idi! Sitede aynı zamanda UTMB ile eş zamanlı olarak düzenlenen ve daha kısa Courmayeur – Champex – Chamonix (CCC, 98 km.) ve Sur les Traces des Ducs de Savoie (TDS, 111 km.) yarışları ile ilgili bilgiler de bulunuyordu. İlgi çekici bir nokta yarışlara kayıt ile ilgiliydi. Bu etkinliklere doğrudan katılamıyordunuz. Kayıt olabilmek için ön koşul öncelikle son üç sene içerisinde, organizasyon komitesinin belirlemiş olduğu dünya çapında bir listede yer alan yarışlara katılmış olmaktı (2011 için son iki seneye düşürülmüş durumda). Listedeki her yarışma çeşitli kriterlere göre 1 ile 4 arasında değişen bir puana sahip. UTMB’ye katılabilmek için 5 puan (en fazla iki yarışmadan), CCC için 1 ve TDS için de 2 puana sahip olmanız gerekiyor. Elbette ilk aklıma gelen Eco-Trail’in puan verip vermediğini kontrol etmek oldu :) Eğer 80 km. koşarsanız Eco-Trail 2 puan veriyordu, fakat benim kayıt yaptırmış olduğum 50 km. seçeneği listede yer almıyordu. Lille’in içinde bulunduğu Nord-pas-de-Calais bölgesinde puan veren yarışmalar (Grand Trail du Nord, 142 ve 72 km, ile Trail de la Cote d’Opale, 58 km.) için geç kalmıştım (Eylül ve Ekim aylarında düzenleniyorlar). Sonrasında başka hangi yarışmalar var diye bakarken ülke listesinde Türkiye gözüme çarptı. Muhtemelen boş gelecek beklentisiyle tıklama ve sonrasında beliren tek bir satır: DASK Anadolu Maratonu, 2009, 2 puan…
Anadolu Dağ Maratonu (ADAM), Doğa Araştırmaları, Sporları ve Kurtarma Derneği (DASK) tarafından 2000 yılından beri düzenlenmekte olan ülkemizin ilk ve formatında tek dağ maratonu (http://www.dask.org.tr/). İki kişilik ekipler ile iki gün süren ve her sene farklı bir yerde gerçekleştirilen (Bolu Aladağlar, Ilgaz Dağları, Sündiken Dağları gibi) bir doğa yarışması. Kısa, orta ve uzun olmak üzere üç kategorisi var. Topoğrafik harita ve pusulanızı kullanarak, harita üzerinde koordinatları verilmiş olan hedef noktaları öncelikle doğru bir şekilde işaretlemeniz ve sonrasında belirlenmiş zaman limitini aşmadan sırası ile dolaşmanız gerekiyor. UTMB ve bir çok patika koşusu yarışmasından farklı olarak noktalar arasında gideceğiniz güzergah önceden işaretlenmiş değil ve kendiniz belirliyorsunuz. (Eğer varsa) Daha rahat ama daha uzun olan patikaları kullanmak ile daha kısa olan ama bazen oldukça sık orman içerisinden geçerek veya tepe aşarak ilerlemek sizin seçiminize kalmış. Orta ve uzun parkurlarda birinci gün sonunda genelde bir yaylada ara kamp atıyor ve ertesi dün sabah erkenden yeniden yola çıkıyorsunuz. Dolayısıyla yine UTMB ve benzeri yarışmalardan farklı olarak kamp malzemenizi de sırt çantanızda taşımanız gerekiyor. (fotoğraflar için bkz. web sitesi ve http://www.facebook.com/group.php?gid=47336363820).
Serkan ve ben de diğer arkadaşlarımız ile birlikte 2004 yılından beri ADAM’a katılıyor (ikimiz birlikte veya Mustafa Gökmen ve İbrahim Cem Özer ile takım olarak) ve her seferinde büyük keyif alıyoruz. Anadolu Dağ Maratonu, üyelerinin büyük özverisi ve amatör ruh ama profesyonel yaklaşım ile DASK tarafından başarıyla düzenleniyor. Her geçen sene katılımcı sayısı ve katılımcılar arasındaki tatlı rekabet artıyor, çıta yükseliyor. Kardeş ile birlikte 2009 yılında da uzun kategorisinde katılmıştık, ve dolayısıyla iki puanımız vardı. CCC veya TDS’ye katılma şansı doğmuştu. Format olarak biraz farklı oldukları için UTMB listesinde DASK Anadolu Maratonunu görmek hem beklenmedik hem de sevindiriciydi. Bölgemizde komşu ülkelerden çok az sayıda yarış listede yer alıyor.
Tamam, puanınız var, ön koşulu sağlıyorsunuz ama bu UTMB ve eş zamanlı yarışmalara kayıt olabilmeniz için yeterli olmuyor. İlgi çok fazla olduğu için (2008 yılında, yarıştan 5 ay önce, kayıtlar başladıktan sonra sadece 7 dakika içerisinde 2000 kişilik kontenjan dolmuş), organizatörler çareyi çekiliş düzenlemekte bulmuşlar. Eğer yeterli puana sahiplerse katılmaya istekli kişilerin öncelikle 23 Aralık 2009 – 13 Ocak 2010 tarihleri arasında ön kayıt yaptırmaları gerekiyordu. Eğer istekli sayısı kontenjanın üzerinde olursa (ki TDS haricinde öyle oldu) o zaman ön kayıt sonrasında çekiliş yapılacak ve şanslı olanlar katılmaya hak kazanacaklardı (bu sene de aynı şekilde olacak). Ufak ama önemli bir ayrıntı, grup olarak (en az 2 en çok 12 kişi) ön kayıt yaptırma seçeneği bulunuyor. Grup olarak ön kayıt yaptırdığınızda, çekilişte tüm grup tek bir kişiymiş gibi değerlendiriliyor. Eğer grup çekilişte çıkarsa tüm grup üyeleri katılım şansı kazanıyor, eğer çıkmazsa hiç birisi kayıt yaptıramıyor (ya hep ya hiç). Yılbaşı tatilinde evi ziyaret ettiğimde Serkan’a Eco-Trail ve UTMB’den kabaca bahsettim. Lille’e döndükten sonra ve ön kayıt bitiminden bir kaç gün önce mesajlaşmaya başlamışız :)
Serkan: “Valla çok süper abicim bunlar! Hemen hemen aynı tarihlerde oluyor değil mi? Yani birini seçmek lazım. Ducs de Savoie daha zor galiba CCC’ye göre. Ama ikisi de süper. Zaman limitleri de çok kötü görünmüyor, yani surekli koşulmasa bile yetişilebilir gibi. 1000-1500m çıkışlar var, bence çok değil. Yani yapmadığımız şey değil. İyi hazırlanılırsa neden olmasın? Ciddi olarak düşünebiliriz bence.”
Sertan: “Güzel değil mi kardeş :) Evet, aslında aynı tarihte diyebiliriz. CCC Coumayeur’dan başlıyor Chamonix’de bitiyor, TDS ise tam tersi. UTMB ise Chamonix’den başlayıp Chamonix’de bitiyor :) CCC UTMB’den daha önce başlıyor ama parkur olarak büyük oranda UTMB’nin parkuru ile aynı, dolayısıyla orada yarışanları da görebiliriz. 4 tane 750m’lik, bir tande 1250m’lik (ilk olan) çıkış var, ama arada 20km’lik iniş bulunuyor. TDS’de bir tane 1400m, bir tane de 1300m’lik çıkış, ortada ise yaklaşık 30km’lik görece kot farkı az ama ufak dik çıkışlar olan bir bölum var. TDS’nin parkuru UTMB ile pek çakışmıyor, daha güneyden geçiyor. Ayrıca bitiş yeri de UTMB ile aynı değil, bitirenleri görebilmek icin Chamonix’e geçmemiz gerekecek (sanırım ulaşım sağlıyorlar) [not: daha sonra TDS'nin yönü değiştirildi]. CCC 1800, TDS ise 1200 kişi alacakmış. CCC sanki biraz daha iyi olabilir görünüyor, sen ne dersin? Vaktin varsa Google’dan biraz yorum arayabilir misin?”
Sertan: “Kardeş ses çıkmadı senden ultra maraton hakkında, Erciyes’e mi gittin yoksa?”
Serkan: “Yok abicim, gitmedim. Bugün yoğundu fırsat bulamadım bir türlü. Haftasonu baktım hepsine. Biri dairenin alt kısmı, diğeri üst kısmı oluyor gibi. Bitirme sürelerine baktım da, baya iyi bitirmişler :) CCC bana uygun gibi geldi, ona basvuralım mı? Senin ne tarafa gitmen daha kolay? Chamonix Fransa’da olduğu icin o taraf daha kolay olursa diğerine de başvurabiliriz, nasıl istersen! Yarın başvurmamız gerekiyor değil mi?”
Sertan: “Evet kardeş, CCC neredeyse aynı parkuru takip ediyor, diğeri ise biraz daha farklı. Benim aklımdan da CCC geçiyordu, ben bugün bakayım o zaman kayıt işlerine.”
Serkan: “Tamamdır abicim! Sen kayıt olduktan sonra haber ver, ben de olayım.”
12 Ocak’ta Serkan ile birlikte grup olarak kayıt olduk. Kayıt olduktan sonra Emre (Tok) arkadaşımız bizimle iletişime geçti. O zaman öğrendik ki Anadolu Dağ Maratonu DASK’dan Hakan Gönendik’in desteği ve Emre’nin yoğun çabaları sonucunda ve hak ettiği şekilde ön eleme yarışmaları listesinde yerini almıştı. 2009 senesinde orta ve uzun parkura katılmış olan kişiler bu sene de 2 puana ve kayıt olanağına sahipler (ADAM 2010 henüz listede yer almıyor ama yazışma yapılırsa sanırım o da listeye dahil edilir). Şimdiye kadar milli piyango veya sayısal loto’dan pek birşey kazandığımızı hatırlamıyorum, ama bu sefer şans bizimle birlikteydi, 19 Ocak:
“Greetings,
You have already pre-registered for the UTMB / the CCC. The draw has taken place and we have the pleasure of confirming your registration for the UTMB® / the CCC®. You must finalise your registration as from 22/01/2010 and before 31/01/2010. Here is the procedure to follow : …
We wish you an excellent start to the season !
Les Trailers du Mont-Blanc”
UTMB veya eş zamanlı yarışmalara kesin kayıt hakkı kazandıktan sonra, kayıt ücretini ödüyor (CCC ve TDS 100 Euro, UTMB ise 147 Euro) ve zorunlu belgeleri (temel olarak, sağlık açısından yarışmaya katılmanıza engel olmadığını belirten doktor raporu ve ön eleme yarışlarındaki derecelerinizi gösterir belgeler) göndererek kayıt işlemini tamamlıyorsunuz. Herhangi bir eksiklik olduğunda organizasyon komitesi kaydınızı iptal edebiliyor. Organizasyon komitesi işlemleri mümkün olduğunca Internet üzerinden elektronik olarak gerçekleştirmeye çalışıyor ve kayıt durumunuzu web sitesinden takip edebiliyorsunuz.
Her ne kadar onay mesajı almış olsanız da sonradan problem yaşamamak için arada durumunuzu kontrol etmenizi tavsiye ederim. Sanırım Serkan ve benim isimlerimiz ve bilgilerimizin çoğu benzer olduğundan (adresler farklı olmasına rağmen) bizim kayıdımızda problem oldu. Onay aldıktan bir süre sonra benim kaydım silindi, Serkan ise Fransa’dan katılıyormuş gibi görünmeye başladı :) Neyseki şans eseri kontrol ettiğimiz zaman durumun farkına vardık ve ilgili kişiler ile iletişime geçerek düzeltilmesini sağladık.
Koşmak insanın doğasında olan bir şey. Eğer hayatınızda düzenli olarak spora belirli miktarda yer veriyor, koşu antrenmanları yapıyorsanız (örneğin, ODTÜ Orienteering Takımı, ODTÜ DKSK veya ORDOS antrenmanlarında haftada iki-üç defa 6-8 km. arası koşularımız var), o zaman bir 10 km. koşusunu kolaylıkla veya belki biraz zorlanarak yarı-maratonu (21 km.) tamamlayabilirsiniz. Koşulan mesafe arttıkça zorluk da artıyor. Planlı ve uzun mesafeye yönelik antrenmanlar yapmadan maraton koşmaya çalışmanın pek de akıllıca olmayacağına sanırım siz de hak verirsiniz (imkansız değil elbette). CCC ve TDS’de arka arkaya iki maratondan uzun, UTMB’de ise dört maraton mesafesi koşuluyor (ve yürünüyor). Üstelik Alplerde, toplamda deniz seviyesinden Ağrı Dağı’nı (UTMB’de Everest’i) fazlasıyla aşacak kadar iniş çıkış ile… Dolayısıyla öncesinde hazırlık yapmış olmanız gerekiyor.
Internette bu amaçla hazırlanmış, öneriler ve taslak antrenman programları içeren bir çok site mevcut. Mesela,
http://www.ultramarathonrunning.com/training/
veya
http://www.runnersworld.com/article/0,7120,s6-238-244–7556-0,00.html
McMillan koşu hesap makinesini kullanarak da performansınıza uygun tempo ve süreleri hesaplayabiliyorsunuz (http://www.mcmillanrunning.com/mcmillanrunningcalculator.htm).
Maraton için olmasa da maraton üzeri mesafeler ve özellikle ultra trail için son bir kaç senedir düzenli olarak koşuyor olmanız öneriliyor. Antrenmanlarda temel amaç elbette dayanıklılığı ve koşu sürenizi arttırmak (artan tempo ile mesafeyi de). Taslak programlarda genel olarak haftada bir veya iki (belirli bir aşamadan sonra) uzun koşu yer alıyor. İki ile dört saat arası koşular olduğu için hafta sonlarına denk getirmeye çalışıyorsunuz (yeniden öğrencilik yıllarına dönmek isteyen?). Hafta içi ise kısa ve orta mesafe koşular, teknik çalışmaları ve isterseniz diğer sporlara (dağ bisikleti vb.) ayrılıyor. Haftalık antrenman sayısı 4-6 arasında değişiyor. Burada önemli nokta sanırım devamlılığı sağlayabilmek. İş ve gündelik yaşam göz önüne alındığında uzun dönemle uyumlu olacak şekilde haftalık hedefler belirleyip, mümkün olduğunca buna sadık kalmanın faydası olduğunu söyleyebilirim. Düzenli beslenme ve yeterli dinlenmeyi unutmamak gerekiyor. Vücut zaten bir süre sonra ritme alışıyor, antrenman yapmadığınız günler hayıflanıyorsunuz :)
Gelişiminizi takip etmek için GPS veya pedometre tabanlı elektronik cihazları kullanabilirsiniz (Garmin Forerunner serisi, iPod ve Nike+ sistemi gibi). Bu cihazlar ile antrenman sırasında mesafe, iniş/çıkış, anlık/ortalama/maksimum tempo vb. istatistikleri, harita üzerinde koştuğunuz parkuru görebiliyor (GPS’li olanlarda), sonrasında ise bu bilgileri bilgisayarınıza ve ilişkili web sitelerine (örneğin, connect.garmin.com) aktarabiliyor, günlük/haftalık/aylık raporlar alabiliyorsunuz. Oldukça pratik ve faydalı. 17 km. oldu, 20 km.’ye tamamlayayım, veya tempoyu biraz daha hızlandırayım diyebiliyorsunuz. Ama sadece saatinizi ve koştuğunuz rotayı harita üzerinde fare ile işaretlemenize olanak sağlayan mapmyrun.com gibi siteleri kullanarak da antrenmanlarınızı kayıt altına almanız mümkün.
CCC öncesinde ben genel olarak düzenli koşularıma devam ettim. Hafta sonları uzun koşular yapmaya çalıştım. Kötü havalar haricinde işe bisiklet ile gidip geldiğim için hafta içi günlük 16-18 km. bisiklet biniyorum. Nisan ayında 20 günlük bir hastalık dönemi dışında, 1 Ocak – 26 Ağustos tarihleri arasında toplamda 2800 km. koşmuşum (yaklaşık 247 saat). Eco-Trail dahil olmak üzere 20 km. ve üzerinde 30′dan fazla koşu olmuş. Burada aslında bu rakamların atletler ve atletizm geçmişi olan kişiler için olağan ve normal antrenman seviyelerinin altında olduğunun altını çizmek gerek. Ama bizim gibi üniversite yıllarından sonra spor yapmaya başlamış amatörler için sanırım kötü diyemeyiz.
Kış ve ilkbahar aylarında temel problemlerden birisi havanın erken kararıyor olması. Hem aydınlıkta koşabilmek hem de vakti daha verimli kullanabilmek için benim çözümüm hafta içi koşularını büyük çoğunlukla öğlen yemek molası zamanında yapmak oldu (iş yerinde duş ve mutfak olması büyük avantaj). Çeşitli zamanlar mesafeyi arttırmak istediğimde ise bisiklet yerine işe koşarak gidip geldim (burada da bisiklet yollarının olması büyük avantaj); günlük koşunuz ikiye ayrılmış oluyor ama zamandan kazanıyor ve toplam mesafenizi arttırabiliyorsunuz. Uzun koşularda yanınıza mutlaka su (elektrolit ve şeker içeren tozlar ile takviye edebilirsiniz) ve cereal bar gibi yiyecekler almanızı öneririm (Türkiye’de Tadım’ın barları oldukça başarılı). Suyu az miktarda ama düzenli aralıklarla almak öneriliyor. Sıcak havalarda doğal olarak su tüketiminiz artıyor, ama soğuk havalarda da almayı unutmamak gerek.
Kuzey Fransa’da oldukça düz bir yer. Lille ve çevresinde yaklaşık olarak deniz seviyesindeyiz ve neredeyse hiç tepe bulunmuyor. Koşması (ve bisiklete binmesi) daha kolay ama tepe iniş/çıkış antrenmanı yapamıyorsunuz, benim de koşularda en fazla eksikliğini duyduğum nokta bu oldu (CCC’de de etkisini yaşadık). Ağustos ayında Ankara’ya dönünce yeniden tepelere kavuştum, kardeş ve ORDOS’dan arkadaşlar ile kampüste koşular yaptık. ODTÜlüler Yalıncak’ın kıymetini bilmeli :) Eğer olanağınız varsa patika koşularında mutlaka iniş çıkışlara önem verin, pişman olmazsınız. Serkan proje yoğunluğundan dolayı görece daha az antrenman yapabilmişti, ama gayet fit durumdaydı ve uzun mesafe koşu tempolarımız birbirine yakındı. Hazırlık döneminde dağlarda da vakit geçirebilmişti. Ağustos’un ilk yarısında antrenmanlara devam ettiğimiz bir haftalık Ege tatili ile birlikte fiziksel ve zihinsel olarak CCC için hazırdık. Malzeme eksiklerini Serkan beni ziyarete Lille’e geldiğinde ve sonrasında tamamlamıştık (kullandığımız malzemeleri bir sonraki yazıda daha detaylı yazarım sanırım).
Kardeş ufak bir problem yaşanmasına rağmen İsviçre vizesini de alınca önümüzde engel kalmadı. Uçuş 25 Ağustos, Cenevre…
UTMB ve eş zamanlı yarışmalar olan CCC ve TDS için ana merkez Fransız Alplerinin ünlü kasabası Chamonix (Şamoni). UTMB Chamonix’de başlayıp bitiyor; daha kısa olan CCC ve TDS ise Mont Blanc silsilesinin İtalya tarafında olan Courmayeur’den başlıyor ve Chamonix’de bitiyorlar. Aslında TDS ilk başta Chamonix’den başlayacak ve Courmayeur’de bitecekti ama daha sonra organizasyon komitesi yarışın yönünü değiştirdi. Eğer özel olarak Courmayeur’de konaklamıyorsanız, yarış öncesi kayıt işlemlerini tamamlamak ve göğüs numaranızı almak için her durumda Chamonix’ye gitmeniz gerekiyor (eğer göğüs numaranızı Courmayeur’den almak istiyorsanız bunu ön kayıt formunda da belirtmiş olmanız zorunlu). Biz de hem bu sebeple hem de daha önce Fransız Alplerine hiç gitmediğimiz için doğal olarak Emreler ile birlikte Chamonix’de konaklamaya karar verdik.
Türkiye’den (ve bir çok yerden) Chamonix’ye en kolay ulaşım Cenevre, yani İsviçre, üzerinden. Cenevre ile Chamonix arasında yaz-kış düzenli otobüs ve tren seferleri düzenleniyor. Otobüs yolculuğu yaklaşık 1 saat 15-30 dk, tren ise aktarmalar ile 3 saat sürüyor. Otobüslere doğrudan hava alanından binme şansınız var ve birden fazla otobüs şirketi mevcut (örneğin, http://www.alpybus.com/ veya http://www.chamexpress.com/). Tren ise biraz daha meşakkatli. Öncelikle şehir merkezine (hava alanından ücretiz banliyö treni var ve 10 dk. mesafede), oradan da tramvay ile SNCF (Fransız demiryolları) tarafından işletilen ve Chamonix tarafına giden trenlerin kalkış noktası olan Geneve Eaux Vives garına gitmeniz gerekiyor (tahminen 20-25 dk. mesafede). Eğer Fransa üzerinden gitmek isterseniz en yakın büyük şehir Lyon (Chamonix’ye tren ile ulaşabiliyorsunuz ama sefer sayısı oldukça az), İtalya’dan ise Milan (Alpleri aşmanız gerekiyor).
İsviçre yakın zamanda Schengen ülkelerine dahil olduğu için Schengen vizesi ile giriş çıkış yapabiliyorsunuz, ayrıca vize almanız gerekmiyor. Benim Fransa’da oturma belgem olduğu için vizeye ihtiyacım yoktu, ama Serkan’ın vize alması gerekiyordu. İlk giriş noktamız Cenevre olacağından istenen belgeler ile birlikte İsviçre büyükelçiliğine başvurdu. Cenevre’den aynı gün Chamonix’ye geçmeyi planladığımız için konaklama rezervasyonunu Chamonix’den yapmıştık. Büyükelçilik başlangıçta İsviçre’de konaklamayacağımız için vize veremeyeceğini söyledi (bunu vize başvurusunu doğrudan reddetmeden, medeni bir şekilde telefonla iletişime geçerek yaptılar, ilgili personele teşekkür ederiz). Serkan, görüştüğü üst düzey yetkiliye durumu anlatması ve Cenevre’de konaklama için yapılan ekstra rezervasyon ile vizesini alabildi (aman dikkat!).
Uçak biletlerine biraz geç bakmaya başladığımız için en uygun seçenek olarak Türk Havayollarını bulabildik. Ankara’dan İstanbul aktarmalı Cenevre’ye uçabiliyorsunuz. Sabah ve öğleden sonra uçuşları var. Biz yarıştan iki gün önce gittiğimiz için doğrudan Chamonix’ye geçmek istiyorduk, dolayısıyla sabah uçuşunu tercih ettik. İstanbul – Cenevre uçuşu sabah saat 8′de. Ya bir gün önce İstanbul’a gitmeniz veya günün ilk Ankara – İstanbul uçuşunu yakalamanız gerekiyor. İlk ve tek uygun sefer ise sabah saat 4:30′da :) O akşam pek uyuyabildiğimizi söyleyemem… Check-in’de çantalarımızı verip rahat bir uçuş sonrasında yüksüz olarak Atatürk Havaalanına vardık. Ankara – İstanbul uçuşları Anadolu Jet ile yapıldığından kahvaltı biraz zayıf oluyor, biz de pasaport kontrolünden geçtikten sonra İşbankası Millenium Lounge’ın yolunu tuttuk. Eğer İşbankası kredi kartınız varsa ücretsiz yararlanabiliyorsunuz, konforlu bir ortam, çeşitli yiyecek ve içecekler ve Internet bağlantısı mevcut, tavsiye ederiz. Hem birşeyler atıştırma hem de az da olsa kestirme şansımız oldu. Uçuş salonuna geçtikten kısa bir süre sonra Emre ve eşi Sedef geldiler. Emre ile CCC öncesinde yazışıyorduk ama henüz bir araya gelme şansı olmamıştı. Kaynaşma ve kısa bir sohbet sonrasında uçaktaki yerimizi aldık. Yine güzel havada sorunsuz bir uçuş sonrasında 10:30 gibi Cenevre’ye vardık. Uçak Cenevre ve Leman gölüne yaklaşmadan hemen önce Alplerin ve Mont Blanc silsilesinin üzerinden geçiyor, hava açık olduğu için biz de güzel manzara eşliğinde koşacağımız yerleri tahmin etmeye çalıştık.
Sedef, Emre ve Serkan Eaux Vives tren istasyonunda.
Emreler ile birlikte manzarası daha güzel olur düşüncesiyle Chamonix’ye tren ile gitmeye karar vermiştik. Pasaport kontrolünden geçip çantalarımızı aldıktan sonra, havaalanından banliyö treni ile şehir merkezindeki tren garına geçtik. Chamonix’ye tren biletini bizim yaptığımız gibi garın ana kapısından dışarı çıktıktan sonra sol köşede bulunan Rail Europe acentesinden satın alabilirsiniz (kişi başı 25 Euro, SNCF treni olmasına rağmen sefer saatleri için en iyi kaynak SBB, İsviçre demiryolları, sitesi http://www.sbb.ch/). Tren seferine bağlı olarak bir (sadece Saint Gervais les Bains) veya iki (Annemasse ve Saint Gervais les Bains) aktarma yapmanız gerekiyor; bizim yakalayabildiğimiz ilk seferde iki aktarma vardı. Daha önce yazdığım gibi Chamonix yönüne giden trenlerin hareket noktası, gölün diğer kıyısında yer alan Eaux Vives tren istasyonu. Şehir merkezindeki tren garının önündeki meydanda aynı zamanda otobüs ve tramvay durakları da bulunuyor ve tramvay ile Eaux Vives’a ulaşabiliyorsunuz (en yakın tramvay durağı Amandolier).
Hava oldukça güzel ve vaktimiz olduğu için biz biraz da gezme bahanesiyle en azından belirli bir noktaya kadar yürüyerek gitmeye karar verdik. Gölün iki yakasını birbirine bağlayan ufak köprüden geçip, çiçekli saat önünde fotoğraf çektirdik. Bir iki kez yönümüzü sorup tramvay hattı boyunca ilerledikten sonra, en son yön sorduğumuz bayanların daha yolumuz olduğunu söylemeleri üzerine ilk geçen tramvaya atlayıp kısa yoldan tren istasyonuna ulaştık (yürümek için çok da kısa bir mesafe değil). İstasyonun karşısındaki kafelerden birisinde kahvelerimizi yudumlayıp sohbet ettikten sonra trenin kalkış zamanına yakın istasyona geçtik. Eaux Vives hiçliğin ortasında unutulmuş bir istasyon izlenimi veriyor, doğru yerde miyiz diye düşünmeden edemiyorsunuz, şaşırmayın :) Tren biraz gecikmeli hareket edince, Annemasse’da Saint Gervais les Bains trenini biraz koşturarak kıl payı yakaladık (neyseki bizimle birlikte koşturan başka insanlar da vardı).
Saint Gervais’ye kadar olan yolculukta tren pek dağlık olmayan ama yeşil yerlerden geçiyor, uçuş sonrası yorgunluğuyla gözler ister istemez kapanıyor. Tren yolculuğunun asıl keyifli kısmı ise Saint Gervais’den sonra başlıyor. Mont Blanc Express treni ile vadi içerisinde yükselerek, dağ manzarası eşliğinde Chamonix’ye ulaşıyorsunuz. Mont Blanc Express, Saint Gervais ve Vallorcine arasında gidip gelen ve bu iki nokta arasında yer alan Servoz, Les Houches, Les Bossons, Chamonix, Argentiere gibi kasabalardan geçen özel ve turistik bir tren (http://en.wikipedia.org/wiki/Ligne_de_Saint_Gervais_%E2%80%93_Vallorcine). Çevreyi daha iyi görebilmeniz için geniş pencerelere sahip, ayrıca bisiklet ve kayaklarınızı koyabileceğiniz yerler bulunuyor. Manzara gerçekten güzel. Eğer Servoz ve Vallorcine arasında bir yerde konaklıyorsanız, konaklama süreniz boyunca konakladığınız yerin size vereceği kart ile Mont Blanc Express de dahil olmak üzere vadideki toplu taşıma sisteminden ücretsiz yararlanabiliyorsunuz. Saint Gervais’ye kadar olan yolculuk da pek ilginç olmadığı için benim size önerim, eğer Cenevre’yi gezmeyecekseniz, bizim yaptığımız gibi Cenevre’den Chamonix’ye tren ile gitmek yerine otobüsü tercih etmeniz. Hem havaalanından doğrudan binebilir hem de daha kısa sürede Chamonix’ye varabilirsiniz (Emreler dönüşte otobüs ile döndüler ve oldukça rahat bir yolculuk olmuş).
Chamonix’de kardeş ile birlikte gençlik hostelinde kaldık (Fransızcası auberge de jeunesse, http://www.fuaj.org/Chamonix-Mont-Blanc). Diğer ülkelerden ve Fransa’da gelen başka yarışmacılar da vardı. Hostel Chamonix merkeze 20 dk. yürüme mesafesinde Les Pelerins’de (Mont Blanc’ın ilk çıkışını Dr. Paccard ile gerçekleştiren Jacques Balmat’ın doğduğu kasaba). Yamaçta, Bossons buzulunun oldukça yakın gözüktüğü harika bir manzaraya sahip. Resepsiyon, restoran, bar ve ortak kullanım alanları bir binada, odalar ise hemen onun yanındaki diğer bir binada yer alıyor. Resepsiyonun web sitesinde belirtilmiş olan belirli saatlerde açık olduğunu belirtmeden geçmeyelim, eğer kapalı olduğu bir saatte gelirseniz açılmasını beklemeniz gerekiyor (bina sürekli açık). Odalar 2-6 kişilik ve temiz, kablosuz Internet bağlantısı (2 saati 1 Euro) ve çamaşır makinesi de mevcut (yarış sonrası çamurlu giysileri yıkamak, ayakkabıları değil elbette, için ideal :) . Sabahları cereal dahil geleneksel kahvaltı veriliyor (yumurta menüde yok), isterseniz 10 Euro’ya akşam yemeği de yiyebiliyorsunuz (oldukça lezzetli olduğu söyleniyor, biz genelde bahçesinde kendimiz yedik). Hostel’in hemen önünde durak var ve yaklaşık olarak saatte bir Chamonix merkeze otobüs ile gidip gelebiliyorsunuz (konaklama kartınız ile ücretsiz). Yalnız Fransa genelinde olduğu gibi akşam 6-7′den sonra ve sabah erken otobüs seferi yok, ama yürüyerek de çok uzak değil zaten. Bizim karşılaştığımız çalışanları oldukça güler yüzlü ve yardımcıydılar. Eğer çok konforlu bir ortam beklentiniz yoksa ve uygun fiyatlı bir yer arıyorsanız ideal bir seçenek. Rezervasyonunuzu erkenden yaparsanız Chamonix merkezinde de her seviyede konaklama imkanı bulunuyor.
Saat 18:00 gibi kayıt işlemlerini yapmak amacıyla Chamonix’de buluşmak üzere sözleştikten sonra biz Les Pelerins durağında Mont Blanc Express’den indik. Emreler şehir merkezinde kaldıkları için devam ettiler. Les Pelerins tren durağının hemen arkasında ufak bir göl bulunuyor. İçinizden burası güzel bir yer galiba diyorsunuz :) Resepsiyonun açılmasını beklediğimiz ve daha sonra da yürüyerek şehre inip biraz dolaşarak kayıt yerini aramak durumunda kaldığımız için biz planladığımız saatte randevu yerinde olamadık. Şehir merkezi oldukça kalabalıktı ve her yerde ellerinde yarışma poşetleri olan katılımcıları görebiliyordunuz. Kayıt yerinin yakınında UTMB meydanı diyebileceğimiz yerde bir ultra trail fuarı kurulmuştu. Hem firmalar ultra trail’e yönelik malzemelerini tanıtıyor ve satışını yapıyor, hem de Avrupa ağırlıklı olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde düzenlenen ultra trail yarışmalarının standları bulunuyor. Chamonix’deki doğa sporları mağazalarından ve fuar alanından her türlü eksiğinizi gidermeniz mümkün. Eczaneler bile enerji jelleri, cereal barlar ve kramp önleyici kremlerden satıyorlar. O gün için kayıtları kaçırınca, hızlı bir fuar turundan sonra yiyecek birşeyler alıp hostele geri döndük. Emreler ile buluşamadık ama Emre kayıt işlemlerini tamamlayabilmişti.
Rahat bir uyku, kısa bir koşu ve güzel bir kahvaltıdan sonra ertesi sabah yeniden kayıtların yapıldığı yerin yolunu tuttuk. Kayıtlar saat 10′da başlıyordu. Bu sefer zamanında oradaydık ama yalnız değildik. Uzun sayılabilecek bir kuyruk vardı, biz beklerken arkamızda daha da uzadı :) Kayıt merkezi bir spor salonu. Yarışma sonrasında da yorgun yarışmacıların geçici olarak uyuyabilecekleri bir yatakhaneye dönüşüyor, duşlar da burada bulunuyor. Göğüs numaranızı alırken, yarışmada kullanacağınız çanta kontrol ediliyor ve işaretleniyor. Başka bir çanta kullanamıyorsunuz. Biz dahil hemen hemen tüm katılımcılar zorunlu malzemeler de kontrol edilecek düşüncesiyle onları da yanında getirmişti. Yeri gelmişken onları da sayalım: roaminge açık cep telefonu, bardak (ekolojik sebeplerle istasyonlarda plastik bardak kullanımını azaltmak için), en az 1 litre su, iki kafa feneri ve yedek pilleri, acil durum battaniyesi (uzay battaniyesi olarak da bilinir, yansıtıcı yüzey kaplı ince örtü), düdük, en az 80x3cm boyutlarında kendinden yapışkanlı elastik bant (bandaj için), yeterli yiyecek, yağmurluk, en az dizlerinizi kapayacak boyda tayt veya alt, şapka veya bandana. Yürüyüş batonları, eldivenler, yedek giysiler, su toplamasını ve tahrişi önleyici kremler vb. ise zorunlu olmayan ama önerilen malzemeler arasında. Yarışma sırasında, istasyonlarda çıkışta çantanızın ağırlığının 2 kg.’dan fazla olması ve hiçbir zaman 1 kg.’ın altına düşmemesi gerekiyor.
Kuyrukta bir süre bekleyip sıramız geldiğinde, kayıt işlemleri oldukça akıcı bir şekilde gerçekleşti. Bir anket formu doldurduktan sonra, çantamızı işaretlettik (zorunlu malzemeleri kontrol etmediler, ama yaklaşık 5000 kişinin malzemelerini kontrol etmek pek de kolay olmasa gerek zaten), göğüs numaramızı aldık, derecenizin tutulmasını sağlayan çip bileğimize takıldı (bunun için 20 Euro kapora vermeniz gerekiyor), yarış sabahı Chamonix’den yarışın başlangıç noktası olan Courmayeur’e giden servisler için biletimizi (belirli saatler arasında 15 dk.’da bir servis var, hangisiyle gitmek istediğinizi siz seçebiliyorsunuz ama kontenjan sınırlı ve örneğin biz alırken daha geç saatte olan seferler için biletler bitmişti), t-shirt’ümüzü ve herkesin elinde gördüğümüz torbamızı aldıktan sonra fotoğraf çekip dışarı çıktı. Bu torbalar aynı zamanda yarış başlamadan önce eğer isterseniz Chamonix’de geri almak üzere kişisel eşyalarınızı (örneğin fazladan giysi gibi) koymak için de kullanılıyor. Üzerine göğüs numaranızın bir kopyasını yapıştırıp yarışa başlamadan önce Courmayeur’de ilgili kişiye teslim ediyorsunuz, sizin için Chamonix’ye taşınıyor ve geldiğinizde göğüs numaranızı gösterip geri alabiliyorsunuz. UTMB’de ise yarışın orta yeri olan Courmayeur’de almak için torbanızı bırakabiliyorsunuz (örneğin, yedek ayakkabı, kuru giyecekler gibi malzemeler için).
İşimiz bittiğinde saat neredeyse 12 olmuştu. Hava oldukça güzeldi, günün geri kalanında Mont Blanc Express ile Vallorcine’e gidip geldik, fuarı ve malzeme satan dükkanları ve dolayısıyla şehir merkezini gezdik (elektrolik hapları arıyorduk ama istediğimiz formatta bulamadık), akşam üstü yeniden hostele döndük. Emreler ile yine buluşamamıştık ama telefonla görüştük :) Onlar da kısa bir yürüyüşe gitmişlerdi.
Ertesi sabah servise yetişebilmek için erken kalkmamız gerekiyordu. Hostel biz CCC katılımcıları için sabah saat 6′da kahvaltı hazırlayacaktı. Biz geldiğimizden beri (ve öncesinde) oldukça güzel havaya inat hava durumu tahminlerinde yağmur görünüyordu. Çok fazla yağmaz umuduyla dinlenmek için yataklarımıza çekildik…
27 Ağustos sabahı erken kalktık. Hostelde kahvaltı normalde daha geç bir saatte veriliyordu, ama o gün biz ve hostelde konaklayan diğer CCC katılımcıları için saat 6′da erken kahvaltı hazırladılar. Kahvaltı sonrasında, erken saatte otobüs veya tren olmadığı için yürüyerek Chamonix’ye indik. Hava biraz kapalıydı ama yağmurlu değildi. Yarışmacıları yarışın başlangıç noktası olan Courmayeur’e götürecek servisler ultra trail fuarının kurulu olduğu meydanın yakınından kalkacaktı. Biz 7:30 servisi için bilet almıştık. Kalkış saatinden 15 dakika önce buluşma yerinde olmanız isteniyor. Karmaşayı azaltmak için buluşma alanı servislerin kalkış saatine göre birden fazla kulvara ayrılmış. Görevliler sizi biletinize göre ilgili kulvara yönlendiriyor, saati geldiğinde de kulvarda bekleyen insanlar topluca otobüslere gidiyorlar. Kısa bir beklemeden sonra biz de otobüsümüze yöneldik. Courmayeur dağ silsilesinin diğer tarafında kalıyor, dolayısıyla Chamonix’den Courmayeur’e gidebilmek için Mont Blanc’ı aşmanız gerekiyor. Eskiden muhtemelen uzun bir yolculukmuş, ama günümüzde dağın içinden geçen Mont Blanc tüneli ile kısa sürede ulaşabiliyorsunuz (http://en.wikipedia.org/wiki/Mont_Blanc_Tunnel). Tünel 12 km. uzunluğunda (Bolu dağı tünelinden yaklaşık 4 kat daha uzun), girişleri de yüksekte olduğundan Bossons buzuluna oldukça yaklaşıyorsunuz. Dağın İtalya tarafına geçtiğinizde dikkatinizi normalde önce evlerin farklı mimarisi ve özellikle çatıları çekiyor. Tamamen taştan yapılmışlar, ayrıca daha dağınık ve dağa yakınlar. Bizim ilk dikkatimizi çeken ise hava durumu oldu. Etraf tamamen sisliydi, yerler ıslaktı ve dağlar görünmüyordu. Koşmak için güzel bir hava değil mi?
Otobüsümüz bizi Courmayeur şehir merkezinin biraz aşağısında bir park alanında bıraktı. Park alanının hemen yanında Courmayeur’de kayıt işlemlerinin yapıldığı ve muhtemelen UTMB katılımcıları için ara nokta olan bir spor salonu bulunuyor. Otobüsten inince Emre ve Sedef ile karşılaştık ve birlikte kalabalığı takip ederek ana meydana geldik. Burada tuvalet ve su doldurmak için bir çeşme bulunuyor. Meydandaki kahvelerden birisine oturup, kısa sohbet ve fotoğraf çekiminden sonra biraz yukarıdaki başlangıç yerine doğru yola koyulduk. Bu arada günün habercisi olarak hafiften yağmur atıştırmaya başlamıştı. CCC’nin başlangıç yeri görece küçük bir meydan ve o meydana açılan yollardan birisi. Biz geldiğimizde henüz aşırı kalabalık değildi. Internette okuduğumuz yazılarda, başlangıçta mümkün olduğunca önlerde yer alınması öneriliyordu. Yarışın ilk kilometreleri şehir içerisinde ve geniş olmayan yollarda olduğundan ve 1800 kişi birlikte start aldığından, eğer arka sıralarda kalırsanız kalabalıktan dolayı ister istemez yavaş ilerleyebiliyorsunuz ve önünüzdeki insanları geçmek kolay olmuyor.
Başlangıç alanında, Chamonix’de geri almak üzere yarışma boyunca kullanmayacağınız eşyalarımızı torbalayıp görevlilere teslim ettik (kayıt sırasında size verilmiş olan, üzerine adınız ve göğüs numaranız yapıştırılmış torbayı kullanmanız gerekiyor). Yanımızda zorunlu malzemeler haricinde selpak, yara bandı gibi ihtiyacımız olabileceğini düşündüğümüz ufak şeyler kaldı. Serkan ek olarak ince bir uzun kollu içlik almıştı. Sırası gelmişken malzemelerimizden de kısaca bahsedelim. En kritik malzemelerden birisi doğal olarak ayakkabılar. UTMB veya CCC gibi ultra trail yarışmalarına katılacaksanız ayakkabılarınız mutlaka patika koşusuna uygun olmalı. Normal koşu ayakkabılarından daha dayanıklı malzemeden yapılmış, tabanının ise kaymayı azaltmak için daha girintili olması gerekiyor. Hemen hemen tüm koşu ayakkabısı üreticilerinin uygun serileri bulunuyor. Biliyorsunuz herkesin ayak yapısı birbirinden farklı; normal, içe veya dışa basıyor olabilirsiniz (bkz. http://www.runnersworld.com/article/0,7120,s6-240-319-327-7727-0,00.html). Ağrı veya sakatlık yaşamamak için ayak yapınıza uygun koşu ayakkabısı seçmelisiniz. Oldukça önemli bir konu olmasına rağmen, malesef ülkemizde bu konuda bir bilinç oluşmuş değil. Aslında basit bir testle ayak yapınızı öğrenebilir ve ona uygun ayakkabı türünü belirleyebilirsiniz (http://www.runnersworld.com/article/0,7120,s6-240-319-326-7152-0,00.html). Trail ayakkabılarının büyük bir kısmında, tabanın iç kısmı stabilite sağlamak için destekli oluyor. Ben koşuda Mizuno Wave Ascend, Serkan ise Salomon XT Wings kullandık. Mizuno Salomon’a göre biraz daha hafifçe. Her ikimiz de ayakkabıların performansından oldukça memnun kaldık. Salomon’un popüler bir marka olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Katılımcıların büyük bir kısmı Salomon’un XT Wings veya Slab serisinden ürünleri kullanıyorlardı. Ayakkabılar için altını çizilmesi gereken bir diğer önemli nokta, ayakkabıları daha önceden mutlaka belirli bir süre ve mesafe kullanmış olmak. Hem ayağınız alışmış oluyor, hem de ayakkabının ayağınıza vurabileceği olası yerleri belirleyip, uygun çorap çiftini seçebiliyorsunuz (çorap deyip geçmeyin!). Giysi olarak altımızda bende 3/4, kardeşte ise tam boy tayt, üstümüzde ise koşu t-shirti vardı. Çanta olarak Quechua’nın Diosaz 5 ve 10 modellerini kullandık (http://www.decathlon.fr/sacs-a-dos-raid-diosaz-10-raid-team-id_MAN_10699_8090170.html). 2 lt. su hazneli ve oldukça hafif çantalar. Göğüs kliplerinde düdük bulunuyor (düdük zorunlu malzemelerden, bu sayede ayrıca bir düdük gerekmiyor) ve iki yanlarında matara konacak yerleri var. Bel kemeri klips yerine tam boy cırt cırtlı, dolayısıyla sıkılığı kolaylıkla ayarlanabiliyor. Ayrıca bel kemeri üzerinde her iki tarafta delikli file kumaştan ve fermuarlı iki cep var. Koşu sırasında kullanılacak enerji barları gibi şeyleri koymak iki oldukça uygun. Quechua yakın zamanda Ankara ve İstanbul’da mağaza açmış olan Decathlon’un markalarından birisi, dolayısıyla macera sporlarına (raid) yönelik olan uygun fiyatlı bu çantaları ve aynı seriden diğer malzemeleri yakında Türkiye’de de bulmak mümkün olabilir. Yağmurluklarımız oldukça ufak olduğu için benim kullandığım 10 lt.’lik model biraz boş kaldı ama yanınıza normal bir yağmurluk veya ek giysi alamayı düşünüyorsanız hacim olarak iyi bir seçenek olabilir. Çanta seçerken önüne matara bağlayabileceğiniz bir model seçmek avantajlı olabilir. Mataralarda pipetli kapak kullanarak hareket halinde daha rahat sıvı alabiliyorsunuz, doldurması da kolay oluyor. Su haznesinin avantajı kapasitesinin daha fazla olması ve arkanızda taşıyor oluşunuz, ama doldurmak için çantanızı çıkartmanız gerekiyor, çanta doluyken hazneyi geri yerine koymak zor oluyor ve haznede renk ve tat bıraktığı için toz içecek pek koymak istemiyorsunuz. Yağmurluklarımız az önce belirttiğim gibi oldukça ufak ve hafifti, ama doğal olarak oldukça inceydiler ve kapüşonları yoktu. Nefes alır ve suya dayanıklı (!) katmandan üretilmişlerdi, hava çok kötü olmazsa yeterli olacaklarını düşünüyorduk, ama yetmedi… :) Hafif ama kaliteli bir yağmurluk gerçekten önemli. Ultra trail tarzı koşularda Avrupalı katılımcıların büyük kısmı baton kullanıyor. Kuzey Amerika’da ise öyle bir gelenek yok, dolayısıyla o taraftan gelen koşucular genelde batonsuz. Batonlar daha çok yokuş yukarı çıkarken kullanılıyor, eğer zemin çok bozuk değilse inişler oldukça hızlı olduğundan batonları elinize alıp veya çantanıza takıp koşuyorsunuz. Bazı çanta modelleri batonları bağlayabileceğiniz sistemlere sahip (örneğin Salomon 4D sistemi). Yalnız eğer batonla koşacaksanız, daha önceden uzun süre kullanıp alışmanız öneriliyor (eğer klasik stil kros kayağı yapıyorsanız büyük avantaj). Biz daha önce antrenmanlarda kullanmadığımız ve yokuş yukarı performansımız fena olmadığı için yanımıza baton almadık (Emre baton kullanıyordu, sanırım faydasını da gördü). Yarışın geneline baktığımızda baton belki tırmanışlarda işimizi biraz kolaylaştırabilirdi ama hava yağışlı değilse (en azından bizim için) çok da gerekli olmadığını düşünüyoruz. Çamurlu ve kaygan zeminlerden inerken yanımızda olsaymış iyi olabilirmiş dediğimiz oldu elbette. Yine de karar vermesi zor ve bir dahaki sefere götürür müsün sorusunun yanıtını vermek kolay değil. Yiyecek olarak Tadım ve Decathlon’un cereal barları, Eti Maximus ve Browni Intense gibi yüksek kalorili barlar, baharatlı çubuk kraker ve yine Decathlon’un tüp enerji jellerinden aldık. Ara noktalarda cereal barlardan bolca vardı, dolayısıyla onların yerine vitamin, elektrolit ve kafein takviyeli jellerden almak daha mantıklı olabilir. Sıvı takviyesi için son dönem hazırlıklarımızda bizim Tang’lere benzer ama glikoz yerine kana daha yavaş karışan karbonhidratlardan olan maltodextrin içeren tozlardan kullanmıştık (Aptonia, yine Decathlon markası, mağazalarda bulmak mümkün olabilir). Yarışma için Maxim’in protein katkısı da içeren, özellik olarak daha iyi görünene ürününü sakladık. Portakal aromalı olduğu için tadının da iyi olacağını düşüyorduk ama umduğumuz gibi olmadı ve oldukça kötü çıktı. Hatta o kadar kötüydü ki ilk denemeden sonra kullanmayı bıraktık, dolayısıyla hiç bir işimize yaramadı. Daha ileri özelliklere sahip bir ürün her zaman daha iyi ol(a)mayabiliyor, mutlaka herşeyi yarışma öncesinde denemiş olmanızı öneririz.
Yarışın başlamasına henüz biraz süre varken ben tuvalet kuyruğuna girdim (start alanında sınırlı sayıda tuvalet ve kullanmak isteyen çok insan vardı). Kuyrukta beklerken Serkan bir ara yanıma gelip su doldurmaya gideceğini söyledi. Bu onu belirli bir süre için son görüşüm oldu. Dışarı çıktığımda start alınacak yol neredeyse dolmuştu ve ortalık oldukça kalabalıktı :) İki-üç kez baştan sona dolaştıysam da Serkan ve Emre’yi göremedim (başlangıç çizgisinin yakınındalarmış). Öncesinde buluşacak bir nokta belirlememiş olmak hata olmuştu. Cep telefonu ile aramaya çalıştım ama o kalabalıkta muhtemelen duymak mümkün olmadı. Arka taraf dolmaya devam ediyordu, daha da arkada kalmamak için ben de sıraya girdim. Kısa bir süre sonra da geri sayım ile birlikte start verildi, macera başlamıştı!
Yağmurla birlikte büyük bir dalga halinde harekete geçtik. Yarışın ilk kilometreleri düz ve şehir içerisindeki sokaklarda geçiyor. Arada sıkışmalar da olduğu için daha önce belirttiğim gibi arkalarda yer alırsanız biraz yavaş ilerleyebiliyor ve önünüzdeki insanları geçmekte zorlanıyorsunuz. Ben belki Serkanları görürüm umuduyla etrafıma bakarak koşmaya devam ettim. Sedef beni görmüş ama ben ne onu ne de Serkanları göremedim elbette. Courmayeur’dan çıktıktan sonra 17. km.’deki Tete de la Tronche’a kadar sürekli yokuş çıkılıyor (1380 m. irtifa farkı). Yokuşun ilk kısımları asfalt, daha sonra araziye giriyorsunuz. 12. km.’deki Refuge Bertone’a kadar eğim koşulabilecek seviyede. Araziye girdikten sonra patika daraldığı ve insanlar yavaşlayıp batonlarını kullanmaya başladığı için önünüzdeki insanları geçmek biraz daha zorlaşıyor. Ben etrafıma bakarak ve umarım Serkan ve Emre ilerdedirler düşüncesiyle normal bir tempoda koşmaya devam ettim. Nitekim Refuge Bertone’dan önce arkadan tanıdık gelen bir koşucu önümde belirdi, Serkan’ı yakalamıştım :) Yarışın bundan sonraki kısmında performanslarımız benzer olduğu için birlikte devam ettik. Yanınızda konuşabileceğiniz tanıdık bir insan olması büyük avantaj. Serkan ve Emre birlikte başlamışlar, daha sonra ilk kilometrelerde Serkan kendi temposunda ondan ayrılmış. Ben Emre’yi de bir şekilde geçmiş olmalıyım, ama o kalabalıkta farketmemişim anlaşılan. Refuge Bertone’da ilk istasyon var. Bu istasyonda yanlış hatırlamıyorsam sadece içecek bulunuyordu. Sonrasında önce dik bir çıkış (yürünüyor mecburen, bu arada üzerimizden ve oldukça yakından helikopter geçiyordu, yarışın belirli kısmı sanırım canlı yayınlanıyor), biraz düzlük ve yeniden Tete de la Tronche’a kadar dik çıkış var. Tempomuz oldukça iyiydi, Tete de la Tronche’a 2 saat 25 dakikada genelde 172. sırada gelmişiz. Tete de la Tronche’dan sonra Refuge Bonatti’ye kadar (22. km.) iniş var (570 m. irtifa farkı). Hava yağışlı olduğu için çamurlu ve kaygan patikalardan koşarak inmek gerekti. 3 saat 8 dakika ile sıralamamızı korumuşuz. Refuge Bonatti’de Serkan’ın göğüs çipinin olması gerekenden farklı bir numara okuduğunu öğrendik (bu çaptaki bir organizasyonda bile problem yaşanabiliyor). Bilekliğinize takılı bir çip daha olduğu için çok problem olmuyor. Ama geçiş zamanları istasyonlardaki görevliler tarafından ellerindeki taşınabilir okuyucular ile göğüsteki çipten okunduğu için Serkan’ın süreleri karıştı doğal olarak. Refuge Bonatti’den sonra önce irtifanızı koruyarak ilerliyorsunuz, sonra Arnuva’ya dik patikalardan iniş başlıyor. Biz inişlerde kontrollü ilerlemeye alışkın olduğumuz için görece yavaş kalıyorduk, yanımızdan uçarak geçenler oldu :) (gerçekten uçtular ve yere kapaklandılar)
Arnuva’ya 3 saat 55 dakikada 207. sırada geldik. Etraf oldukça kalabalıktı ve izleyenler geçen herkese destek tezahuratı yapıyordu. Göğüs numaralarının altında koşanların adları da yazdığı için arada adınızı da söylüyorlar, ‘Bravo Sertan, haydi devam!’ (Fransızca tabii). Gerçekten çok motivasyon arttıran ve insanı mutlu eden bir şey. Keşke ülkemizde de bunları yaşayabilsek (Avrasya maratonundaki boş caddeleri ve destekte bulunanların çoğunun yabancı olduğunu düşününce pek umutlu olamıyor insane). Arnuva ağaçların arasında, geniş çadırlı, yiyecek ve içecek seçeneklerinin fazla olduğu ilk istasyon. Burada hem cereal ve enerji barları hem de enerji içeceği vardı. Yiyecek olan istasyonlarda kuru ve yaş meyveler (muz ve portakal), peynir, tuzlu bisküviler, dilim sucuk, dilim ekmek ve çorba (noodle) gibi yiyecekler bulunuyor. İçecek olarak ise çay, kahve, kola, soda ve bolca su mevcut. Arnuva’dan sonra 31. km.’deki Grand Col Ferret’ye kadar dik ve uzun bir tırmanış var (770 m. irtifa farkı). Doğal olarak herkes yürüyor. Ama manzara ilk başlarda muhteşem. Yüksek dağlar, kocaman buzullar, buzullardan doğan dereler ve yemyeşil bir ortam… Grand Col Ferret’ye 5 saat 8 dakikada 222. olarak gelmişiz. Biraz rüzgarlı bir yer, ama artık İsviçre’ye girmiş oluyorsunuz. Durmadan devam ediliyor çünkü sonrasında önce La Peule’e kadar dik ve ardından Praz de Fort’u geçene kadar yaklaşık 20 km.’lik bir iniş etabı var. Eğer benim gibi tepe olmayan dümdüz bir yerde yaşamıyorsanız, mutlaka yokuş yukarı olduğu kadar yokuş aşağı koşu tekniğinizi de geliştirmenizi öneririm. Grand Col Ferret’den sonra biz inişlerde problem yaşamaya başladık (özellikle quadriceps kasları zorlanıyor). Yokuş aşağı olmasına ve eğim görece azalmasına rağmen belirli kısımlarda yürüme temposuna kadar düştük. Başlangıcı patika, sonları ise şose yol şeklinde olan bu etabın sonunda yer alan ve ana istasyonlardan biri olan Le Fouly’ye 6 saat 24 dakikada inebilmişiz (41. km.’de) ve yaklaşık 70 kişi arada bizi geçmiş.
Ana istasyonlar diğer istasyonlara göre çok daha büyük. Yiyecek ve içecek, sıcaklarda dahil olmak üzere, çeşitli ve oldukça bol. Masalarda oturup yemeğinizi yiyebiliyor ve dinlenebiliyorsunuz. Koşuculara ayrılan bölüm dışında, bir de eşlik eden kişiler için ayrılmış bir bölüm oluyor. Sanırım organizasyon isteyen eşlikçilere bu istasyonlara ulaşım imkanı sağlıyor. Koşan arkadaşınızı görebiliyor, destek olabiliyorsunuz (koşan kişi için çok harika bir şey olmalı, o kadar yorgunluk üzerine). Ücretli olmakla birlikte yiyecek, içecek imkanları var, hatta bar bile mevcut. Beklerken biranızı yudumlayabilirsiniz (koşan kişi için pek harika olmamalı, oldukça imrendirici olabilir çünkü). Ayrıca projektör ile geçiş süreleri ve yarış ile ilgili bilgiler perdeye yansıtılıyor. Son durumu takip edebilmek mümkün. Belki gelen insanları oyalamak için başka türlü etkinlikler de oluyor olabilir, ama biz orada geçen zamanda pek diğer tarafı takip edemedik. Daha çok enerji depolarını doldurmak ve dinlenmekle meşguldük. La Fouly’deki molamız biraz uzunca oldu, sonrasında ise normalden yavaş bir tempoda yola devam ettik. Gücümüz oldukça yerindeydi, ama iniş üst bacak kaslarını gerçekten yıpratmıştı ve bu da hareketimizi kısıtlıyordu. Uzun dinlenme süresinin kasların soğumasına neden olması da var tabii. O yüzden istasyondan çıktıktan sonra bir süre yürüdük (10dk kadar) ve koşmaya sonrasında başladık. Faydası olduğunu görünce (koşabilince :) bu yöntemi diğer istasyonlarda da tekrarladık. La Peule ile Praz de Fort arasında belirli kısımlarda asfalt yollardan, orman içerisinden ve kasabalardan geçiyorsunuz. Yaşamak için güzel yerler. Praz de Fort’dan sonra 55. km.’deki Champex Lac’a kadar (CCC’nin ikinci C’si) yeniden tırmanış etabı var (320 m. irtifa farkı). Buradan sonraki tırmanış etapları genelde hep orman içerisinden, yağmurdan biraz korunmanıza olanak sağlıyor. Eğer trekking yapıyorsanız Champex çıkışı zevkli bir etap. Champex’e 8 saat 53 dakikada varmışız ve arada baya bir insan bizi geçmiş (429. sıraya düşmüşüz). Bunda Champex’de bir saat mola vermemizin payı büyük. Aslında istasyonlarda duraklamalarınızı mümkün olduğunca kısa tutmanızda fayda var, diğer türlü vücut kendisini salmaya başlıyor. Ama Champex’de sıcak yemek (soslu makarna) ve sıra vardı, bizim de biraz dinlenmemiz gerekiyordu :) Serkan’ın problemli olan göğüs çipini de burada çıkarttılar (sadece numarası kaldı).
Champex göl kıyısında oldukça güzel bir yer. İstasyondan çıktıktan sonra kısa bir süre göl kenarındaki yolda ilerliyorsunuz, sonra yeniden patikaya giriliyor. Biz istasyondan çıktığımızda artık hava kararmak üzereydi, kafa fenerlerimizi taktık ve bir daha da çıkartmadık (Petzl Tika, ufak, hafif, su geçirmez, gerçekten geçirmiyormuş). Biraz inişten sonra 65. km.’de ve 2000 m. yüksekliğindeki Bovine’e ulaşabilmek için yeniden tırmanış başlıyor. Artık bu noktadan sonra koşullar ağırlaşmaya başlamıştı. Yağmur dolayısıyla çamur ve su deryasına dönüşmüş olan dar patikalardan ilerlemek gerekiyor, basamak şeklindeki kayalık yerlerden ve kısa akarsu etaplarından geçiyorsunuz. Başlangıçta su birikintilerine basmamaya çalışsanız da belirli bir süre sonra artık önemsememeye başlıyorsunuz, fark etmiyor çünkü. Ayaklarınızı sırılsıklam oluyor, ayakkabılarınız çamur içinde kalıyor. Bovine’in son etapları rüzgara açık yamaçta. Yağmur ile birleşince ve ince yağmurluklarımız da daha önceden pes etmiş olduğundan oldukça ıslanmıştık ve soğuğu hissedebiliyorduk (yarışmanın dağlarda geçtiğini akıldan çıkarmayıp biraz daha ağır olsa da iyi bir yağmurluk götürmekte fayda var). Bovine’deki çadırda biraz mola verip sıcak sıvı içtik. Buradaki istasyon oldukça küçüktü. Yiyecek-içeçek bölümü dışarıya açık bir bölüm ile onun yanında ufak ama kapalı bir bölümden oluşuyordu. Sıcak içeceği alan resmen kapalı bölüme sığınıyordu ve içerisi oldukça kalabalıktı. İçeride görevlilerin ilgilendiği, oldukça üşümüş, battaniye ve acil durum battaniyesine sarılı bir kaç kişi vardı ve medikal destek alıyorlardı. Biraz ısınıp kendini toparlayan perdeyi aralayıp kendini yeniden rüzgara, yağmura ve soğuğa teslim ediyordu. Öyle bir ortam var ki, koşunun teknik zorluklarını bir kenara bırakıp, sırf o perdeyi açıp dışarı çıktıkları için insanları takdir ediyorsunuz. Orada insan ultra trailin atletik performans kadar psikolojik dayanıklılığa dayandığını çok daha iyi görüyor. Bu açıdan da yüksek irtifa dağcılığına gerçekten çok benziyor (yüksek irtifacılara duyurulur). Biz devam etmeden önce biraz ısınmaya çalışırken, galiba sporculardan (veya görevlilerden) birisi acil durum battaniyesinde delik açık panço gibi vücuda geçirmeyi ve sarmayı akıl etti! Biz ve çadırdaki bir çok kişi hemen yöntemi uygulayarak vücudumuzu sıcak tutacak ve görece ıslaklıktan koruyacak ek katmana sahip olduk (yuppi!). Perdeyi araladık ve kendimizi dışarıya bıraktık. Gerçekten çok işe yaradı ve bizi hipotermiden kurtardı :) Sanıyorum bizden sonra da benzer şekilde uygulanmaya devam etmiş.
Bovine’de istasyondan sonra bir süre yine açıkta devam ettikten sonra orman içerisine giriyorsunuz ve 71. km.’deki Trident’e kadar iniş başlıyor (yaklaşık 700 m. irtifa farkı, yağmur, çamur vs.). Trident ana istasyonlardan birisi. 13 saat 40 dakika’da varmışız ve inişlerdeki yavaşlığımızdan ötürü 641. sıraya inmişiz. Trident’de yine yarım saat mola verdik ve yeniden yola koyulduk. Önce kısa bir iniş ve sonrasında Catogne’a kadar büyük kısmı orman içerisinde tekrar tırmanış etabı var (700 m. irtifa farkı). Yeniden Bovine seviyesine 2000 m. irtifaya yükseliyorsunuz. Catogne’da istasyondan önceki son kısım yine rüzgara açık bir alanda, acil durum battaniyelerini Trident’de çıkarttığımız için burada yine ıslanıp üşüdüğümüzü söyleyebilirim. Catogne istasyonu oldukça ufak bir çadır idi. Burada acil durum battaniyelerini yeniden giyecek kadar kalıp devam ettik. Biz giyinirken çadırdaki görevliler garip bakışlarla bizi izliyordu. Dişleri birbirine vururcasına tiril tiril titreyen bu adamlar nasıl devam edecek? Yanıtı basit aslında. Bileğine kadar çamurda koşmaya çalışırken, arkandan bir ses duyuyorsun, “Az kaldı, haydi!” (İngilizce). Biliyorsun ki yalnız değilsin ve birbirini hiç tanımasan da aranda o an için çok kuvvetli bir bağ var. Gerçekten çok motive edici bir şey bu. “Evet az kaldı, haydi devam!”. Bizim avantajımız var üstelik, hem kardeş kardeşeyiz, hem de acil durumu battaniyeli! Daha ne olsun?
Catogne’dan sonra Mont Blanc Express’in son durağı olan ve yarıştan önce tren ile geldiğimiz, yarışın Chamonix’den önceki son istasyonu olan Vallorcine’e iniliyor (750 m. irtifa farkı). İnişin ilk kısımları açıkta, daha sonra ise orman içerisinde devam ediyor. Su ve çamur akıntıları içerisinde ilerlerken kaygan zeminde düşmemeye özen göstermek gerekiyor. Yarışa başladıktan 17 saat 31 dakika sonra, 03:30 civarında, 81. km.’de bulunan Vallorcine’e vardık. Burası oldukça kalabalıktı ve insanlar sohbet ediyor, çadırın ortasında yer alan ısıtıcı etrafında giysilerini kurutuyorlardı. Biz de benzer şekilde birşeyler atıştırdık, yarışın son tırmanışı olan Tete aux Vents’den önce dinlenip kurumaya çalıştık (Vallorcine’den sonra 88. km. ve 2130 m. irtifadaki Tete aux Vents’e çıkılıyor ve oradan da La Flegere üzerinden doğrudan Chamonix’ye iniliyor). Hostelde bizimle aynı odada kalan İspanyol arkadaşla karşılaştık. Bütün bunlar olurken arada Fransızca olarak bir iki kez Chamonix’ye gidecek otobüslerin dışarıda hazır olduğunu duyurdular. Biz yarışı yarıda bırakmaya karar verenler için olduğunu düşündük. Vallorcine’de yine bir saate yakın bir moladan sonra yeniden hazırlanıp, sıcak çay dolu bardaklarımız elimizde (ısı ısıdır) dışarı çıktık. Bizden önce başka çıkanlar da olmuştu. Çadırı geçtikten sonra bir gariplik oldu, ne yöne devam edeceğimizi gösteren herhangi bir işaret yoktu! Bizim gibi ne yöne gideceğini bulmaya çalışan bir İngilizle karşılaştık. Kısa bir süre daha birlikte bakınıp sonuç alamayınca geçmekte olan bir görevliyi yakaladık. Aldığımız cevap biraz şaşırtıcı oldu: Yaklaşık iki saat önce yarış Tete aux Vents’deki kötü hava koşullarından dolayı durdurulmuştu (hipotermia geçiren sporcular olmuş). Katılımcıların Vallorcine’dan devam etmelerine izin verilmiyordu. UTMB başladıktan kısa bir süre sonra Saint Gervais’de durdurulmuş (parkurdaki toprak kaymasından dolayı), TDS ise hiç başlamamıştı. İşin komik olan kısmı biz Vallorcine’e geldiğimizde kimse bizi bu durumdan haberdar etmemişti, devam etmek için çadırdan çıkarken de kimse durdurmadı, sadece bizi değil diğer başka katılımcıları da (ikinci kez, bu çaptaki bir organizasyonda bile problem yaşanabiliyor). Vallorcine’e kadar gelenleri otobüsler ile Chamonix’ye götürüyorlardı, meğerse istasyondaki duyurular da onun içinmiş. Konuştuğumuz görevli bizi otobüsün kalktığı belediye binasına götürdü. O an kalkmakta olan otobüs dolu olduğu için biz de içeride diğer insanlar ile birlikte sonraki otobüsü bekledik. Biraz garip bir son olduğunu söylersek garip kaçmaz sanırım…
Ayakkabılar pek temiz kalamadılar!
Otobüs ile Chamonix’ye bırakıldıktan sonra Courmayeur’de vermiş olduğumuz torbalarımızı geri aldık ve henüz sabahın erken bir saati olduğu için yatakhaneye dönüştürülmüş olan daha önce kayıt için gelmiş olduğumuz spor salonuna geçtik. İçerisi uyumakta olan yüzlerce katılımcı ile doluydu ve boş yatak görünmüyordu. Ben duş alıp geldiğimde Serkan bir fırsatını bulup bizim için iki yatak ayarlamış ve dinlenmeye başlamıştı bile. Gündüz olana kadar biraz kestirdikten sonra kalktık ve bitiş alanına gidip çiplerimizi teslim ettik. Bu arada hala yarışı bitirmekte olanlar vardı. Vallorcine’den 2:00-2:30′dan sonra devam edilmesine izin verilmediğine göre bu gelenler son etabı 6-7 saatte geçmiş olmalıydı. Tete aux Vents’de koşullar gerçekten kötüydü demekki. Kaderin bir cilvesi olarak o gün hava oldukça güzeldi. Organizasyon komitesi iptal edilen UTMB ve TDS yerine o sabah CCC parkurunda yeni bir yarış düzenlemeye karar vermişti (Onun hikayesi oldukça traji komik, önce katılımcılara yarışın devam etmeyeceği ve başka yarış da düzenlenmeyeceği söylenmiş. İnsanların bir kısmı çiplerini teslim etmişler. Daha sonra gecenin çok geç saatlerinde UTMB ve TDS katılımcıları için sabah saat 10′da CCC parkurunda yeni biz yarışma düzenleneceği ve erken saatte Courmayeur’e servis kaldırılacağını söyleyen bir SMS mesajı atılmış (mesajların bir kısmı ancak sabah ulaşmış elbette). Katılımcılar daha da ilerleyen saatlerden sınırlı kontenjan olacağına dair yeni bir mesaj daha almışlar. Elit atletlerin bir kısmı bu yarışmaya katılmadı ve organizasyon komitesinin bu kararları eleştiri konusu oldu. Yine de onlar da ellerinden geleni yapmış olmalılar.). Biz belediye otobüsümüzü yakalayıp hostelimize geri döndük…
Dönüp baktığımda CCC’ye katılmış olmanın bizim için hoş bir deneyim olduğunu söyleyebilirim. Bu tür fiziksel aktivitelere çok yabancı sayılmayız. Ama daha önce bu çapta bir patika koşusu deneyimimiz olmamıştı. Özellikle hazırlık döneminin kişisel olarak bana (ve eminim Serkan’a) çok şey kattığı muhakkak. Koşuda mesafelere ve sürelere olan bakışınız değişiyor. Eskiden 20 km. uzun bir mesafe gibi görünürken örneğin, normal ve çok kolaylıkla koştuğunuz bir mesafe haline geliyor. 10 km. koştuğunuzda kısa olmuş diyorsunuz. Maraton ve üzeri mesafeler yapılabilir oluyor. Düzenli antrenman yapmak için de bahaneniz oluyor :) CCC vasıtasıyla Emre ve Sedef ile tanışmış olmaktan da ayrıca mutluyuz. Emre’nin CCC hikayesi bizimkinden biraz farklı. Özellikle tırmanış etaplarında uzun sıraların oluştuğu ve öndekini bekleyerek ilerlenen bir döneme denk gelmiş. Biz o açıdan şanslıydık. Olabildiği kadar hızlı ilerlemek bu açıdan önemli. Hazırlığı uzun mesafe dayanıklılığa olduğu kadar, en azından ilk 30-40 km için performansa da yönelik yapmak faydalı olacaktır. Belli bir noktadan sonra herkes doğal olarak yavaşlıyor ve durumunuzu, dolayısıyla koşu ortamınızı, koruyabiliyorsunuz. Kısa bir hikaye diye başlamıştım ama biraz uzunca oldu (yerli diziler ile yarışabilir). Umarım okumaktan zevk almışsınızdır, ben zaman alıcı olsa da yazmaktan büyük zevk aldım. Detaylarla ilgili sorularınız olursa her zaman bizimle iletişime geçebilirsiniz (DASK Anadolu Dağ Maratonu’na katılmayı unutmayın!).