Serkan:
Şöyle bir şey varmış abicim:
http://www.via-alpina.org/en/page/237/the-red-trail
Sertan:
Vay, iyiymiş abicim bu ama biraz uzun :-) Baya bir vakit ister!
Serkan:
Bir adam yapacakmış abicim, 40 günde!
Via Alpina ile ilgili bu ilk ve oldukça kısa yazışmamız bundan yaklaşık 6 yıl öncesinden, tarih yılbaşından hemen öncesini, 31 Aralık 2014’ü gösteriyor. O yıl oldukça yoğun geçmişti. Hem ülkemize Kapadokya Ultra Trail gibi sonrasında örnek gösterilecek bir organizasyonu kazandırmış, hem de Eylül ayında İtalya’nın Aosta vadisinde düzenlenen, yaklaşık 350 km uzunluğunda ve 24 bin metreden fazla tırmanışa sahip Tor des Geants yarışını ilk defa koşmuştuk (raporu burada). Muhtemelen sonrasında çok daha uzun olan mesafe ve Alpleri geçen rota ilgimizi çekmiş olmalı, ama mesajlaşma burada kesilmiş ve devamı gelmemiş.
Bundan iki yıl sonra, katıldığımız etkinliklerde çıta biraz daha yükselmişti. 2016’da önce Ağustos ayının sonunda artık daha fazla kişinin yakından bildiği Mont Blanc masifinin etrafında koşulan 160 km uzunluğundaki Ultra Trail du Mont Blanc (UTMB)’yi üçüncü (ve son) defa, hemen bir hafta sonrasında da Tor des Geants ile aynı rotayı takip eden ama vadiyi Cogne kasabasından başlayarak ters yönde dönen 4K’yi koştuk. Az sayıda da olsa benzer şekilde daha önce UTMB ve Tor des Geants’ı arka arkaya koşan insanlar vardı. 4K, güvenlik ve benzeri konularda Tor des Geants’ı düzenleyen dernek ile anlaşmazlığa düşen Aosta vadisinin özerk yerel yönetimi tarafından düzenlendi. Tor des Geants kurası ikimize de çıkmadığı için biz 4K’ya katıldık. İşaretleme ile ilgili kritik bazı noktalar haricinde genel olarak başarılı bir organizasyondu ama aynı rotada birbirine çok yakın tarihlerde iki etkinlik olması normal bir durum değildi. Sonraki yıllarda düzenlenmedi ve tek, özel bir koşu olarak tarihte yerini aldı. 20 Ekim 2016’da Serkan, aradan geçen zaman ile unutmuş olsa gerek, yeni bir mesaj göndermiş:
Serkan:
Biz de böyle bir şey mi yapsak acaba abicim?
http://www.cipra.org/en/news/on-foot-through-the-alps
Sertan:
Güzel olur! Öyle bir rota yok mu zaten kardeş?
Serkan:
Tam bilemiyorum abicim! Ama vardır mutlaka :) Bir bakayım!
Sertan:
Tamamdır abicim! Gün içerisinde vaktim olmadı ama akşam bakarım ben de.
Serkan:
http://www.via-alpina.org/
Tarih tekerrür etmiş ve bir önceki sefere benzer şekilde yine yazışmanın devamı gelmemiş. Aynı yılın sonunda Serkan, görece uzun bir süredir o şekilde koşmaya devam etmekle birlikte, artık daha fazla gecikmeden ve daha kötü bir hal almadan kopmuş olan sol diz bağlarından ameliyat oldu. İyileşme döneminde olduğu için 2017 yılında herhangi bir etkinlikte koşamadı ama Tor des Geants dahil olmak üzere mümkün olduğunca katıldığı koşularda Sertan’a destek verdi. Bu koşulardan birisi iki yılda bir (meşhur Trofeo Kima ile dönüşümlü) düzenlenen ve 2011'den bu yana katıldığımız Royal Ultra Sky Marathon’du. Kalacak yer ayarlama konusunda biraz geç kalınca Ceresole Reale'nin biraz dışında, hem dağ evi hem de pizzacı olan Rifugio Le Fonti Minerali'de kaldık. Hemen önündeki küçük tabela dağ evinin Via Alpina Mavi Patika'nın etap noktalarından birisi olduğunu söylüyor ve oldukça cezbedici şekilde Via Alpina'nın Alpleri baştan sonra geçen rotasını gösteriyordu. Güzel bir proje olabilirdi! Sanırız artık gidişatı tahmin edebiliyor olmalısınız… 28 Eylül 2017:
Serkan:
http://www.via-alpina.org/en/page/237/the-red-trail
Sertan:
Hey, süper! Dağ evlerini gösteriyor galiba değil mi? Uzunmuş ama abicim. Parça parça yapsak?
Serkan:
Biraz uzun gerçekten abicim! Biraz detaylı inceleyelim derim. Başka rotalar da var Via Alpina sayfasında.
Dejàvu! Yine tahmin edebileceğiniz üzere mesajlaşma burada bitiyor, ama bu sefer yaklaşık bir ay sonra 22 Ekim tarihinde, 2018’de katılabileceğimiz koşular hakkında Hangouts üzerinde yazışırken kısa da olsa yeniden bahsi geçmiş:
…
Sertan: Haziran başında Scenic (trail) var. Alternatifi Dolomiti Extreme.
Serkan: Onların kayıt tarihi ileri tarihli ise sonra bakalım abicim. Bir de Via Alpina'ya başlayalım mı bu yıl? Ne dersin?
Sertan: Tabi, bir kısmını geçebiliriz. Çok yarış koymamak iyi olabilir o zaman.
Serkan: Bence de. Daha efektif olabilir abicim öylesi.
Sertan: Eiger kayıtları Ekim sonundaymış, daha vakit var.
Serkan: Hem yeni yerler görmüş oluruz.
Sertan: Şimdi Lavaredo ve Mont Blanc için karar versek yeterli.
…
Bir kıpırdanma var diyebiliriz! Bundan beş gün sonra, 27 Ekim 2017 tarihinde (göreceğiniz üzere aslında konu üzerine bir süredir düşünmekte olan) Serkan “Via Alpina” başlıklı yeni bir mesaj göndermiş:
Serkan:
Abicim, Via Alpina ile ilgili düşünüyorum da bir süredir, aklıma şunlar geldi:
- Bir web sayfası yapmamız lazım, proje sayfası gibi.
- Orada hem Via Alpina'yi, hem de projeyi tanıtırız.
- Mesafe uzun olduğu için tek seferde değil, birkaç (ideal olarak 2) yıl içerisinde bitirecek şekilde planlanabilir.
- Nasıl koşacağımızı yazarız (20 lt'lik çanta ile, self-sufficient olarak)
- Bizimle koşmak ister misiniz? diye bir bölüm olabilir, belli koşulları karşılayan (örn. arazide günde 40 km gidebilecek) kişiler istedikleri bölümlerde bize katılabilirler. Organizasyonu kendilerine ait.
- Destek bölümünde de PayPal üzerinden destek toplayabiliriz. Maddi şeyleri ön plana almamak icin şöyle olabilir diye düşündüm: ikonlar olsun, içecek, yemek ve uyku. Destek olmak isteyenler bize bir uyku, bir yemek, bir bira destek vermiş olsun mesela. Ikonlara counter koyarız, bu sayede ne kadar uyku, ne kadar yemek desteklendiği görülür. Hoş olabilir gibi geldi bana. Maddi yönü de arka plana almış oluruz.
Ne dersin?
Sertan:
Hafta sonu konuşalım abicim istersen. Güzel olabilir ama kendimiz de geçeriz nasılsa, desteğe pek ihtiyacımız yok.
Serkan:
Tabii abicim, kendimiz de geçeriz. Ama böyle daha keyifli olabilir gibi geldi bana! Konuşalım haftasonu.
Via Alpina maceramız adını ilk defa duymamızın (ve unutmamızın) üzerinden üç yıl geçtikten sonra 2018 yazından böylece başlamış oldu…
Bu anlatıyı daha önceki yazılarımızdan biraz daha farklı bir biçimde kurguladık. Rota(lar) oldukça uzun ve daha ileride göreceğiniz üzere bazı eksikliklerine rağmen görece kapsamlı bir kaynak web sitesi mevcut. Dolayısıyla teknik ve detaylı bir anlatım yerine, ilk bölümde Via Alpina veya benzeri rotaları ileride geçmek isteyebilecek kişiler için önemli gördüğümüz ve ilgi çekici noktaları soru / cevap şeklinde aktarmaya çalıştık. İkinci bölümde ise geçişin kısa güncesini, önemli sayılabilecek anılar ve fotoğraflar eşliğinde bulabilirsiniz. Bu yıl geçtiğimiz için Mavi Patika'nın son kısmı ile Yeşil Patika halen güncel, dolayısıyla o bölüm biraz daha detaylı. Aklınıza takılan ve bahsetmediğimiz konular veya sorular olursa bizimle iletişime geçebilirsiniz! Onları da metne eklemeye çalışırız. Rotaları geçerken mümkün olduğunca fazla sayıda fotoğraf çekmeye çalıştık. Fotoğrafları günlük olarak düzenlenmiş şekilde runningthealps.org adresinde bulabilirsiniz.
2018 yılında etapların bir kısmını birlikte geçtiğimiz Deniz İren ve Banu Aysolmaz, 2019 yılında Royal Sky'a gelip gelirken bize de bir sürü yiyecek getiren Ömür Birler, ve yine aynı yıl etkinliğimizi destekleyen Ayhan Özel nezdinde Ege Endüstri başta olmak üzere bizi destekleyen, güzel mesajları ile motive eden herkese çok teşekkür ederiz!
Dağlarda ve patikalarda buluşmak dileğiyle, iyi okumalar!
Katıldığımız etkinliklerde yarışma veya antrenman amaçlı olarak Alplerin farklı yerlerine gitmiştik, gidiyorduk. Gerçekten güzel yerlerden geçiyorsunuz ama etkiliğe odaklandığınız için genelde hızlı akış içerisinde sadece etkinliğin rotasını ve yakın çevresini görme şansınız oluyor. Yol ayrımından sola dönüyorsunuz, acaba sağ tarafa gidince nereye ulaşılıyor? Bir geçide tırmandığınızda ilerinizde başka geçitler veya göz alabildiğince arka arkaya zirveler ve silüetleri görünüyor. Etkileniyor ama aşağıya doğru devam ediyorsunuz. Acaba oralar nasıl yerler? Hayal ettiğiniz gibi mi?
Eğer gerçekten doğayı ve dağları seviyorsanız, zamanla bu ve benzeri soruları kendinize daha sık sormaya başladığınızı fark ediyorsunuz. Dağcılıkta daha çok kulüp ve derneklerin düzenlediği, bir bölgedeki, örneğin Aladağlar Yedigöller platosu veya Kaçkarlar gibi, zirvelere tırmandığınız ekspedisyonlar veya uzun yürüyüşlü kamp etkinlikleri belirli ölçüde bu ihtiyacı karşılıyor ama görece yerel kalıyorlar. Biz de benzer bir yaklaşımla, yarış baskısı olmadan daha rahat bir ortamda ve daha geniş bir zaman aralığında Alpleri biraz daha yakından tanımak istedik. Bunda ne kadar başarılı olduğumuz elbette tartışmaya açık. Şimdiye kadar arkamızda bıraktığımız 2000 kilometreden fazla mesafe sonunda temel (ve acı gerçek) olarak yine bir çizgi takip etmiş olduk. Ama en azından deniz kenarından yüksek dorukların eteklerine, Alplerin Dolomitler, Cottian ve Bernes Alpleri gibi on beşe yakın farklı bölgesinden (ve büyük bir kısmından ilk defa) geçme şansımız oldu. Beklentilerin doğrultusunda, güzel ve özel yerler!
Via Alpina, Alp sıradağlarını bir ucundan diğer ucuna geçen bir yürüyüş yolları ağı. Ağ denmesinin temel sebebi tek bir patikadan değil her biri bir renk ile isimlendirilmiş beş farklı patikadan oluşması. Kökenleri sekiz Avrupa ülkesi (Avusturya, Almanya, Fransa, İtalya, Lichtenstein, Monako, Slovenya ve İsviçre) tarafından 1991 yılında imzalanmış (daha doğrusu imzaya açılmış) olan ve Alplerde sürdürülebilir kalkınmayı desteklemeyi amaçlayan Alpleri Koruma Anlaşması’na ( Alpine Convention) uzanıyor. Proje, Fransa’da İsviçre sınırında (ve büyük oranda içerisinde) yer alan Leman (veya Cenevre) gölü ile Akdeniz kıyısındaki Nice kenti arasında 1970’lerin başında oluşturulmuş olan Grande Traversée des Alpes (Büyük Alpler Geçişi, kısaca GTA) uzun yürüyüş rotasının sorumluluğunu üstlenmiş olan aynı isimli derneğin önderliğinde, Alplerin geçtiği bu sekiz ülkedeki kamu ve özel kurum ve kuruluşların 2000 yılında bir araya gelmesi ile başlamış. 2001-2008 yılları arasında Avrupa Birliği de fonlarıyla destek vermiş. Via Alpina ağı büyük oranda zaten mevcut olan irili ufaklı yürüyüş patikalarının (rekreasyonel amaçlı veya yerleşim yerleri arasında) bir bütünlük içerisinde birleştirilmesi, ara bağlantılarının yaratılması ve işaretlenmesi ile oluşturulmuş.
Via Alpina farklı renklerle isimlendirilmiş 5 patikadan oluşuyor.
Monaco’dan başlayan ve İtalya’nın Slovenya sınırında yer alan Muggia kasabasında biten (veya tam tersi) 2,632 km uzunluğundaki kırmızı patika beş patikanın en uzunu. Bir yay çizerek 8 Alpin ülkesinin hepsinden geçiyor ve toplamda yaklaşık 138 bin metre tırmanıp iniyorsunuz. Mor patika Slovenya’nın kuzey batısından başlıyor, Avusturya Alplerini takip ettikten sonra Bavyera üzerinden Almanya’nın Oberstdorf kasabasında sonlanıyor. 794 km uzunluğundaki sarı patika, kırmızı rota ile aynı noktadan, Muggia’dan başlıyor, fakat Slovenya’ya devam etmek yerine daha batıda İtalya sınırları içerisinde kalıyor, Dolomitler üzerinden kısaca Avusturya’yı (ve buzullarını) keserek Oberstdorf’a varıyorsunuz. Mavi patika ise kırmızı patikanın diğer ucundan, Monaco’dan başlıyor. Kuzeye doğru Fransa Alplerini takip ederek, doğuya doğru kıvrılıyor İtalya’nın kuzey batısında yer alan Aosta vadisi üzerinden İsviçre sınırındaki Reale kasabasına ulaşıyorsunuz. 287 km uzunluğu ile en kısa patika olan yeşil patika hemen hemen tamamıyla İsviçre sınırları içerisinde kalıyor. Sücka kasabasından başlayarak ülkeyi bir ucundan bir ucuna geçiyor ve Lihtenştayn’a varıyorsunuz.
Patikalar uzunlukları genelde 15-25 km arasında değişen kısa etaplara bölünmüş. Kırmızı, mavi, sarı ve yeşil patikalar sırasıyla 161, 61, 40 ve 14 etap. Normal bir tempoda ve kamp yüküyle etapları bir günde rahatlıkla yürüyebiliyorsunuz. Başlangıç ve bitiş noktalarında yerleşim birimleri veya dağ evleri bulunuyor, dolayısıyla konaklama olanakları mevcut. Patikalar ile ilgili özet bilgileri aşağıdaki tabloda bulabilirsiniz. Via Alpina'nın resmi web sitesinden (via-alpina.org) tüm etaplar için detaylı bilgilere erişmek mümkün. Ayrıca yine aynı sitede bulunan "roadbook" aracını kullanarak bir patikanın seçilen iki etabı arasında yol kitabı da yaratılabiliyor.
Via Alpina patikalarından herhangi birisini geçmek başlı başına ilgi çekici ve zor. Harita üzerinde rotalara baktığımızda ilk göze çarpan noktalardan birisi sarı, yeşil ve mavi patikaların (kabaca) birbirini takip etmesi ve zaman zaman kırmızı patika ile kesişmesi oldu. Kırmızı patika ile birlikte bu üç patika üzerinden bir döngü çizerek Alpleri bir ucundan bir ucuna geçip, ters yönden geri dönmek mümkündü! Koşarak Alpler projemizin hedefini de bu şekilde belirledik.
Uzunluğu ve Alpleri kesintisiz olarak geçmesinden dolayı kırmızı patika doğal olarak projenin son ayağı olacaktı. Geriye başlamak için iki seçenek kalıyordu, mavi veya sarı patika. Sarı patika Dolomitlerden ve Lavaredo Ultra Trail’in düzenlendiği Cortina d’Ampezzo kasabasından geçtiği için tercihimizi o yönde kullandık. Bu sayede eğer zamanlamayı tutturabilirsek ve herhangi bir problem çıkmazsa Sertan geçişin ortasında sevgili arkadaşımız Ömür ile birlikte Lavaredo Ultra Trail’i koşabilecekti.
Sarı ve kırmızı patikalar İtalya'nın doğu ucunda Slovenya sınırında yer alan Muggia kentinin merkezindeki Piazza G. Marconi meydanından başlıyorlar (veya bitiyorlar).
17 Haziran 2018 sabahı İtalya’nın Muggia kasabasından yola çıktık. Akdeniz kıyısından yavaş yavaş yükselerek Doğu Julien Alplerinin bir kısmını geçtik ve 21 Haziran öğlen Resiutta kasabasında Lavaredo Ultra Trail için geçici olarak ara verdik. İki otostop, otobüs, iki tren ve son olarak da taksi yolculuğuyla biraz maceralı da olsa gece geç saatte Cortina d’Ampezzo’ya varmayı başardık (dağlarda ulaşım zor!). Ömür ve Sertan 22 Haziran gece yarısına doğru birlikte koşuya başladılar, 23 Haziran akşamında tamamladılar. 24 Haziran sabahı Kertenkeler’den sevgili arkadaşlarımız Banu ve Deniz bize katıldılar ve birlikte bu sefer ters yönde geçişe yeniden başladık (evet, Sertan arada kısa da olsa uyudu :-) Doğu Dolomitleri ve Carnic Alpleri geçerek 27 Haziran akşam üzeri daha önce ara vermiş olduğumuz Resiutta yakınlarında Campiolo’ya vardık. Böylece aradaki kısım tamamlanmış oldu. Otostop ve tren yolculuğu ile önce Udine şehrine, oradan da ertesi gün yine tren ve otobüs yolculuğuyla Cortina d’Ampezzo’ya geri döndük ve öğleden sonra yeniden bu sefer diğer yöne doğru yola koyulduk (dağlarda ulaşım gerçekten zor!). Batı Dolomitleri geçerek 30 Haziran öğleden sonra Bolzano şehrine vardık. 526 km uzunluğundaki bu ilk kısım 12 gün (efektif olarak 11) sürdü ve bizim için iyi bir deneyim oldu. Banu ve Deniz'le birlikte geçtiğimiz kısmın hikayesini Kertenkeler'in blogunda Banu'nun kaleminden iki bölüm halinde okuyabilirsiniz: Bölüm 1 ve Bölüm 2. Sarı patika elbette Bolzano’da bitmiyor, ama bizim iznimiz bittiği için zorunlu bir ara vermemiz gerekti. Büyük oranda Avusturya sınırları içerisinde olan, sırasıyla Ötztal, Lechtal ve Allgäu Alplerini geçtiğiniz Bolzano ve Almanya’nın Oberstdorf kasabası arasındaki 268 km uzunluğundaki kalan kısmı 15-20 Ağustos tarihleri arasında ikinci izin döneminde tamamladık ve böylece Sarı Patika'yı bitirmiş olduk.
Bir yıl sonra bu sefer Alplerin diğer ucundaydık. 10 Temmuz 2019 öğlen vakti Akdeniz kıyısındaki Monaco’dan mavi patikanın geçişine başladık. Sarı patikadan farklı olarak mavi patikada daha hızlı yükseliyor ve ilk günün sonunda dağlara olmasa bile tepelere ulaşmış oluyorsunuz. Rota Mercantour ve Maritime Alplerini takip ederek Fransa içerisinde kuzeye doğru ilerliyor. Mevsim için biraz da beklenmedik bir soğuk hava dalgası sonrası karla kaplanmış patikaları geçerek 16 Temmuz’da Mont Viso’ya vardık. Cottian Alpleri bizi önce Hannibal’in ayak izlerinde Mont Cenis’e, oradan da Gran Paradiso’ya ulaştırdı. Arada biraz da beklenmedik bir şekilde, orjinal rotada olmayan 3538 m yüksekliğindeki Rocciamelone dağına tırmanmak zorunda kalarak en yüksek noktamızdan geçmiş olduk (normalde Via Alpina’nın en yüksek noktası İtalya ve Avusturya arasındaki Niederjoch geçici; 3019 m). 21 Temmuz öğleden sonra Ceresole Reale kasabasına vardık. Zamanlama gelişigüzel değildi. O gün Royal Sky Marathon yarışı koşuluyordu ve Ömür de katılımcılar arasındaydı. Başlangıç tarihini de onunla buluşabilecek şekilde belirlemeye çalışmıştık. Başardık diyebiliriz! Sohbet elbette güzeldi, bize getirmiş olduğu yiyecekler de öyle :-) Ömür aynı gece döndü, biz de sabah yola devam ettik. Mavi patika Gran Paradiso’dan sonra artık oldukça yakından bildiğimiz Aosta Vadisini güney kuzey doğrultusunda kesiyor. Tanıdık yerlerden geçtik, Walser bölgesini ve Monte Rosa’yı arkamızda bıraktıktan sonra kötüleşen hava durumu tahminlerini dikkate alarak 26 Temmuz günü Santa Maria di Fobello’da geçişin bu ayağını kalan kısmını sonra devam etmek üzere sonlandırdık. Nitekim hafta sonu düzenlenen etkinliklerde yoğun yağış ve fırtınadan dolayı hayatını kaybedenler oldu. Serkan’ın o dönemde yaşadığı Lago Maggiore ve göller bölgesinin hemen batısında bir noktadaydık, ama tahmin edebileceğiniz üzere eve ulaşmak kolay olmadı (otostop, otobüs ve tren yolculuğu sonrası…). 692 km uzunluğunda ve 55 bin metre tırmanış içeren bu üçüncü etap 17 gün (efektif olarak 16) sürdü. Bizim GPS kayıtlarımız mesafeyi 730 km, tırmanışı ise 60 bin metre olarak gösteriyor (sebebi sonraki sorularda). Via Alpina o yaz bir haftadan az arayla üst üst koştuğumuz Petite Trotte à Léon (bilinen kısaltmasıyla PTL; 300+ km, 25 bin m+) ve Tor des Glaciers (450+ km, 32 bin m+) gibi iki koşuyu iyi derecelerle tamamlamamız için de güzel bir antrenman olmuş oldu.
Bu yıl (2020) Covid-19 virüsü dolayısıyla herkes için farklı geçti diyebiliriz. Koşu etkinliklerinin hemen hemen tamamı iptal edildi veya ileri tarihlere ertelendiler. Biz de Alpleri geçmeye devam edip edemeyeceğimizden emin değildik. Bivak yaptığımız için dağ evlerinin veya konaklama yerlerinin kapalı olmasından etkilenmiyorduk ama rotanın kalan kısmını içeren ülkelerdeki (İtalya ve İsviçre) kısıtlamalar ve olası karantina uygulamaları belirleyici faktördü. Birinci dalgadan sonra yaz sonuna doğru durum görece kontrol altına alınmış ve önlemler hafiflemişti. Biz de 18 Ağustos 2020 günü Milan havaalanında buluştuk, önce tren, sonra gece yürüyüşü ve dolmuş yolculuğu ile sabah Campello Monti’ye ulaşık ve mavi patikaya yaklaşık olarak kaldığımız yerden tekrar başladık. Santa Maria di Fobello’ya gitmemiz lojistik olarak daha zordu, ama oldukça yaklaşmış olduk. 4 gün sonra 22 Ağustos akşam üzeri mavi patikanın bitiş noktası olan Riale’deydik. Yeşil patikanın başlangıç noktası olan Lenk’e ulaşabilmek için ertesi sabah kırmızı patikayı takip ederek İsviçre’ye Ulrichen kasabasına geçtik. Oradan tren ve otobüs ile Leukerbad’a gittik (İsviçre’de ulaşım daha kolay) ve öğleden sonra yeniden kırmızı patikayı takip ederek yeşil patikaya bağlandık. Yüksek dağlar ve buzul manzaraları arasında Rätikon, Orta İsviçre ve Bernese Alplerini takip ederek patika bizi 25 Ağustos günü Eiger eteklerine, 28 Ağustos akşam üzeri de Lihtenştayn’a götürdü. Hava durumu tahminleri kötüleştiği için son gün gece de devam etmiştik. Son kısımda yağmurdan kurtulamadık ama bitişe ulaşmak ıslanmanızı unutturuyor! Mavi patikanın kalan kısmı ve yeşil patikadan oluşan yaklaşık 444 km uzunluğundaki bu son kısım 10 gün sürdü.
Muggia - Resiutta (17-21/06/2018), Cortina d’Ampezzo - Campiolo (24-27/06/2018), Cortina d’Ampezzo - Bolzano (28-30/06/2018), Bolzano - Oberstdorf (15-20/08/2018)
İtalya, Avusturya, Almanya (Slovenya’ya kısa süreli girip çıktık)
Monaco - Santa Maria di Fobello (10-26/07/2019), Campello Monti - Riale (19-22/08/2020)
Monaco, Fransa, İtalya, İsviçre
Leukerbad - Vaduz (23-28/08/2020)
İsviçre, Lihtenştayn
Kırmızı patikanın iki ucu da deniz kıyısında. Onu bir kenara bırakırsak, diğer patikalarda bir yönde (örneğin, sarı patikada Muggia’dan, mavi patika da ise Monaco’dan başladığınızda) daha fazla tırmanış olduğu doğru. Ancak uç noktalar arasındaki irtifa farkı 800-1300 metre arasında, dolayısıyla toplam üzerinde çok fazla etkisi olduğu söylenemez. Elbette dağ geçitlerinin farklı yönlerde özellikleri değişiyor (örneğin, gidiş yönünüze göre kayalık zeminde dik tırmanış veya dik iniş yapıyorsunuz). Temel farklılık daha ziyade zihinsel. Oberstdorf veya Riale’den başlayıp Muggia veya Monaco’ya inerken, sona yaklaştığınızda uzaktan denizi görebiliyor, bitirdiğinizde içerisine atlayabiliyorsunuz (teorik olarak, biz yaşamadık). Diğer yönde ise (genel olarak) her geçen gün etrafınızdaki dağlar yükseliyor ve manzara güzelleşiyor. Bitirdiğinizde, dağların arasında bitirmiş oluyorsunuz.
Aslında hangi malzemeleri taşımadığımızı söylemek daha iyi olabilir. Alpler geçişini planlarken, daha önce katıldığımız uzun patika koşularını örnek alarak, hızlı hareket edebilmemize olanak sağlayacak şekilde mümkün olduğunca hafif olmayı hedefledik. Zor durumda veya ihtiyaç halinde dağ evlerinde veya kasabalarda konaklama olasılığının bulunması, genel olarak bivak yapmamıza olanak tanıyordu. Dolayısıyla çadıra ihtiyacımız yoktu. Rota çok yüksek irtifadan geçmediği için uyku tulumunu da eledik. Onun yerine kaz tüyü ceket kullandık. Vücudun alt kısmı için uzun tayt ve serin olduğunda ek olarak yağmurluk altı yeterli oldu. Sarı patikanın ilk kısmında bivak torbamız oldukça zayıftı (aslında torba değildi, acil durum battaniyesiydi). Sonraki zamanlarda iyileşti (önce daha kalın acil durum torbası daha sonra Ferrino’nun Rider Pro bivak torbası). Geceleri sıcak geçti diyemeyiz. Arada titrediğimiz oldu ama çok üşümedik. Ocak ve yemek pişirme malzemesi götürmedik. Bu doğal olarak nadir durumlar haricinde sıcak yemek yemediğimiz anlamına geliyor. Menü zamanla monotonlaşıyor (temel olarak bisküvi, kuruyemiş, ekmek veya pide arası ton balığı, kurutulmuş et, peynir veya çikolata) ama pek şikayet ettiğimiz söylenemez. Genelde üç günlük yiyecek taşımaya gayret ettik. Geri kalan standart malzeme ile birlikte (yağmurluk üst ve alt, uzun kollu içlik, eldiven, bere, yedek giysi, terlik, kafa feneri ve yedek pilleri, şarj cihazı ve yedek batarya, araba güneşliği (mat olarak), ilk yardım ve kişisel temizlik malzemeleri) 20 litrelik çantaya sığdılar. Ağırlık ve hacmin önemli bir kısmı yiyecek ve sudan oluşuyordu. İçme suyu bulmak problem olmuyor ama her duruma karşı yanımızda klor tabletleri vardı.
Bu noktada bizim biraz uç bir örnek olduğumuzun altını çizmekte fayda var. Daha önceki deneyimlerimiz ve görece düşük rahatlık beklentilerimiz bu malzeme seçimine olanak tanıdı. Kısa etaplar olmadığı sürece, Via Alpina rotalarını geçen insanların hemen hemen tamamının genelde dağ evlerinde kalsalar bile (komple) kamp malzemesi taşıdığını söyleyebiliriz. Gün içinde daha fazla yük taşımakla birlikte, gün sonunda daha rahat edebilirsiniz. Ancak, doğal olarak günlük kat ettiğiniz mesafe azalacaktır.
20 litrelik çantalarımız.
Lojistik konusunu üç başlık altında toplamak mümkün: konaklama, alışveriş ve ulaşım.
Daha önce bahsettiğimiz gibi, Via Alpina patikalarındaki (günlük) etaplar genel olarak vadi içerisindeki kasabalarda veya dağ evlerinde sonlanıyor. Eğer bivak veya kamp yapmayacaksanız yoğun tatil dönemleri (örneğin Ağustos ayı) haricinde konaklama problem olmayacaktır. Yine de öncesinde kalmayı planladığınız yerleri arayarak açık olup olmadıklarını kontrol etmeniz ve rezervasyon yaptırmanız iyi olabilir. İletişim bilgilerine Via Alpina web sitesinden veya arama motorlarından ulaşılabilir. Fransızca olarak refuges.info ve benzeri diğer siteler de dağ evleri hakkında bilgileri içeriyorlar. Dağ evlerinde konaklama ücretleri günlük 30-60 Euro civarında. Yarım pansiyon olduğunda (akşam yemeği ve sabah kahvaltısı dahil) fiyat biraz daha artıyor. Eğer ülkelerin dağ federasyonlarına üyeyseniz (örneğin Fransa’da CAF veya İtalya’da CAI), federasyonlara ait dağ evlerinde indirimli kalabiliyorsunuz (genelde %50). Bu yıl (2020) Covid-19 salgını dolayısıyla dağ evlerinin bir kısmı açılmadı veya daha geç tarihlerde açıldılar. Konaklama kapasitelerinde indirime gitmek ve kendi uyku tulumunuzu kullanmak gibi ek önlemler uygulayan dağ evleri oldu. Gelecek yıllarda da benzeri durumlar söz konusu olabilir. Kasabalarda ise Türkçe pansiyon olarak çevirebileceğimiz “Gite d’Etape” (Fransızca) veya “Posto tappa” (İtalyanca), misafir evleri ve otellerde konaklamak mümkün. Pansiyonların bir kısmında dağ evlerine benzer şekilde odalar ranzalı. Büyük kasabalar için airbnb veya booking.com gibi sitelerden de yer bulmak olası.
Eğer çadırda kalacaksanız hemen hemen her zaman uygun yer bulmak mümkün. Yalnız başta doğa ve ulusal parklar olmak üzere birçok yerde bir geceden fazla çadır kurmanıza izin verilmiyor. Bizden farklı olarak bir gecelik çadır kurmak için kullanılan terim “bivak yapmak”; gün içerisinde veya birkaç gün için çadır kurmak ise “kamp yapmak” olarak adlandırılıyor. Bizim bivak yapmamızın karşılığı ise “açık havada (çadırsız) bivak yapmak” denebilir. Biraz daha terimsel karmaşıklık yaratmakla birlikte, rotaların üzerinde az sayıda da olsa yine bivak adı verilen personeli olmayan (ufak) kabinler de mevcut. Bunlarda herhangi bir ücret ödemeden kalabiliyorsunuz. Bir kısmı oldukça rahat. Eğer açık havada bivak yapacaksanız, zaman zaman terkedilmiş yayla evleri veya şapeller karşınıza çıkıyor. Her zaman bir tavan veya dört duvar olmuyor ama en azından iki veya üç yönden koruma sağlıyorlar. Boş hayvan barınakları daha fazla sayıda, yalnız temiz değiller. Biz hiç kalmadık. Bununla beraber uyuduğumuz her gece bivak yapacak yer bulabildik. Hepsi çok konforlu değildi ama en azından güvenli olduklarını söyleyebiliriz. Bazı geceler uyumadığımız da oldu, ama nedeni yer bulamamak değil, gece devam etmenin ertesi gün etapları açısından daha avantajlı olmasıydı.
Alışveriş temel olarak yiyecek ve içecek alabilmek diyebiliriz. Sarı ve mavi patikalarda biraz zorlandığımız bir gerçek. Genelde küçük köy ve kasabalardan geçiyorsunuz. Bakkal veya ekmek fırını olmuyor veya olduğu zaman da gün içerisinde sadece belirli saatlerde açık oluyorlar (sabah ve öğleden sonra). Eğer uygun zamanda geç(e)miyorsanız pencereden içerideki yiyeceklere bakıyor, iç geçiriyor ve devam ediyorsunuz. Çok zor durumda kaldığınızda muhtemelen yerel halk ile konuşup onlardan yiyecek bulabilir veya belki bakkala ulaşabilirsiniz (biz denemedik). Yalnız köy ve kasabalarda kafe, restoran ya da konaklama yeri gördüğünüzde bakkal bulmak gibi bir beklentiniz olmasın. Bu ikisi çoğunlukla birbirinden bağımsız. Ancak küçük şehirler veya turistik kasabalarda (örneğin, kayak merkezlerinde) hepsini bulmak mümkün. Bazen rotadan biraz sapıp yolu uzatarak bakkal veya market olan kasabalara ulaşabiliyorsunuz. Bizim bir iki defa başımıza geldi ve başka alternatif olmadığı için rota dışı kasabaları gidip geri dönmemiz gerekti.
Yeşil patika ise biraz daha farklı. İsviçre bir dağ ülkesi olduğu için vadiler arasında görece daha büyük kasaba ve şehirler var. Dolayısıyla hemen hemen her gün market olan bir yerden geçiliyor. Bazı kategorilerde fiyatlar daha yüksek ama temel gıda ürünlerinde makul seviyede. Ek bilgi olarak dağ evlerinde eğer çok kalabalık değillerse öğle ve akşam yemeği yemek mümkün (10-20 Euro civarında). Gün içerisinde de sıcak (kahve) / soğuk içecek ve genel olarak sandviç alabiliyorsunuz. Biz bir iki sefer haricinde hep taşıdığımız yiyecek ve içecekleri tükettik.
Ulaşım da alışverişe benzer şekilde. Patikalar genelde birbirine paralel vadileri bağlayan geçitleri aşıyor. Dolayısıyla ardışık noktalar arasında doğrudan ulaşım olası değil veya kısıtlı. Küçük köy ve kasabalarda da toplu taşıma yok veya örneğin günde bir veya iki araç geçiyor (sabah erken ve öğleden sonra). Normal koşullarda ulaşıma ihtiyaç olmuyor. Ama herhangi bir sebeple ara noktada bırakmanız gerekirse ilk adım muhtemelen daha büyük bir kasaba veya en yakın şehre otostop olacaktır (örneğin, Lavaredo Ultra Trail’e yetişebilmek için bizim öyle yapmamız gerekti, aynı şekilde Santa Maria di Fobello’dan dönmek için de). Yeşil patika ve İsviçre ulaşım konusunda biraz daha rahat. Sarı posta otobüsleri düzenli olarak ve daha sık kasabalardan geçiyorlar. Büyük kasaba ve ufak şehirlerden de tren geçiyor. Riale haricinde sarı, mavi ve yeşil patikaların başlangıç ve bitiş noktalarına doğrudan olmasa da aktarmalı olarak ulaşmak mümkün (Muggia’ya Trieste’den otobüs var; Nice’den Monaco’ya tren veya otobüs ile ulaşılabiliyor; Obsertdorf’dan trenle Munich’e gitmek mümkün; Vaduz ile Sargans kasabası arasında da otobüs işliyor, ek bilgi olarak Lihtenştayn’ın para birimi İsviçre Frangı).
Sabah gün doğumunda veya biraz öncesinde uyanma, kahvaltı (başlangıçta sıcak kahveyi arıyorsunuz), patika, öğle yemeği, patika, hava kararmasına yakın veya biraz sonrasında bivak (bkz. sonraki soru), kişisel temizlenme, akşam yemeği (başlangıçta sıcak yemeği arıyorsunuz) ve uyku. Çok nadir olarak gece de devam ettiğimiz oldu. Gece devam etmeyi tercih etmememizin temel sebebi projemizin çıkış noktası olarak Alpleri görebilmekti. Diğer bir sebep ise sürü köpekleri. Katıldığımız etkinliklerde genelde farkına varmıyoruz (çünkü genelde bağlı veya uzaklaştırılmış oluyorlar) ama gece küçükbaş hayvan sürülerinin yakınından geçmek pek mümkün değil. Gündüz tanımlanmış olan protokolü uygulayarak (sürü köpekleri ile karşılaşıldığında ne yapılması gerektiğini belirten panolar patikalarda mevcut: dur, bekle, köpek sakinleştiğinde devam et) anlaşmak mümkün, gece bu olanak bulunmuyor. Sürülerin nerede olduğunu da bilemiyorsunuz.
Genel olarak evet, kolay oldu. Rahat oldu mu derseniz, pek olmadı. Sarı, mavi ve yeşil patika geçişlerinde bir gece pansiyonda (Airbnb), bir gece otelde (ek olarak bir sefer de Cortina d’Ampezzo’ya dönerken Udine şehrinde), 6 gece yukarıda bahsettiğimiz bivak kabinlerinde, 7 gece tavanı olan görece korunaklı yerlerde (örneğin, terk edilmiş ev) kaldık. Geri kalan 23 gecede ise bivağımız açık havada ve etrafı açık az korunaklı yerlerdeydi. Hava konusunda şanslıydık. Sadece birkaç gün yağmur (veya kar) yağdı. Bivak yaptığımız yerler kuruydu. Temel eksiklik, temizlik olanağının kısıtlı (yakında varsa çeşme, yoksa ıslak mendil), elektriğin ise olmaması (dolayısıyla telefonu dikkatli ve genelde uçak modunda kullanmak gerekiyor). Eve dönüp yatağa uzanınca, rahatmış diyorsunuz :-)
Bivak yapmak için her zaman korunaklı bir yer bulmak kolay değil.
Bivak yapmanın en büyük avantajı (ve temel sebeplerinden biri) her gün mümkün olduğunca uzun mesafe gidebilmek. Etaplar daha çok yük taşıyan, dolayısıyla daha yavaş ilerleyenler göz önüne alınarak tasarlandığı için hızlı haraket ettiğinizde etap noktalarına erken varıyorsunuz. Ama çoğu zaman bir sonraki etap noktasına varacak kadar zaman da kalmamış oluyor. Bivak sayesinde uygun bir yer bulup geceyi geçirebileceğiniz noktaya kadar devam etmeniz, dolayısıyla mevcut vakti daha çok hareket halinde geçirmeniz mümkün.
Güzel sorular! Önce ikincisinden başlayalım. Hayır, kaybolmadık ama nadir de olsa doğru patikayı bulabilmek için etrafa dikkatli bakmamız gerekti.
Via Alpina patikaları sıfırdan hazırlanmış değiller. Projeye katılan ülkelerin sınırları içerisinde zaten mevcut olan farklı uzunluklarda kısa veya uzun yürüyüş patikalarının ahenkli bir şekilde birleştirilmesi ile oluşturulmuşlar. Bakımları da yine yerel birimler (resmi kurumlar, gönüllü dernekler veya organizasyonlar) tarafından yapılıyor. Bir patikanın bakımı temel olarak açık tutulması (patikayı kapatan otların kesilmesi, düşen ağaç vb. engellerin kaldırılması gibi) ve işaretlemenin periyodik olarak güncellenmesi demek. Patikaların durumları popülerliklerine ve geçtiğiniz zamana göre değişiklik gösterebiliyor. Örneğin, sarı patikanın Muggia’dan sonraki ilk etaplarını geçtiğimizde mevsim henüz erkendi (Haziran ortası) ve rotanın bir kısmı oldukça yoğun bitki örtüsü ile kaplıydı. Bakım yapılmış ile henüz yapılmamış kısımları kolaylıkla otların uzunluğundan ayırt edebiliyorduk. Yoğun kullanılan patikaların zemini sertleştiği için kapanması daha zor. Arada karşılaştığımız başka bir durum da ağaç düşmesinden daha ciddi sebeplerle, örneğin toprak kayması gibi, patikanın belirli bir kısmının geçilemez halde olmasıydı. Popüler patikalarda genelde öncesinde patikanın kapalı olduğuna dair bir uyarı görüyorsunuz (alternatif patikalar belirtiliyor) ama görece az kullanılan patikalarda biraz şansınıza kalmış. Bazen patikada veya dağ evinde karşılaştığınız insanlar sizi uyarıyor, yoksa geri dönmek zorunda kalıyor veya biraz zorlanarak geçiyorsunuz. Bizim de başımıza (özellikle mavi patikada) birkaç kez geldi.
İşaretleme genel olarak iyi ama ülkesel veya bölgesel farklılıklar olabiliyor. Örneğin, İsviçre’de üzerinde sadece “dağ yolu” yazan veya farklı yönleri gösteren ama aynı yer isimleri bulunan oklar görmek mümkün. Eğer belirtilmişlerse tabelalardaki tahmini varış zamanları da benzer şekilde biraz değişken. Bazen oldukça iyimser olabiliyorlar (veya tam tersi). Sarı patikanın ilk kısmını geçerken yanımızda basılı 1 / 100 bin ölçekli haritalar vardı. Çok fazla sayıda sayfa taşımak istememiştik. Genel hatlarıyla yeterli olsa da, detaylı olmadıkları için bazen ikilemde kalabiliyorsunuz. Bunun temel sebeplerinden birisi Via Alpina web sitesinde bulunan kaynak GPS verilerinin bu patikalar için düşük hassasiyette olması. Ara noktalar düz çizgilerle bağlanıyor ama gerçek elbette öyle değil. Sarı patikanın ikinci kısmında ve mavi patikanın büyük kısmında daha detaylı haritalar kullandık. Harita üzerinde hem rotanın ilerleyişini daha kolay görebiliyorsunuz hem de her geçen gün azalan sayfa sayısı motive edici oluyor. Sarı ve mavi patikaya göre çok daha fazla bilinir olan yeşil patikanın GPS kaydı ise daha kaliteli. Dolayısıyla bu yıl mavi patikanın son kısmını ve yeşil patikayı geçerken basılı haritamız yoktu.
Eğer gittiğiniz rotayı kayıt altına almak gibi bir isteğiniz veya kaygınız yoksa GPS cihazına pek ihtiyacınız yok (Garmin eTrex 30x vb. modeller bir set kalem pil ile 2 günden fazla kayıt yapabiliyor). Gereken durumlarda akıllı cep telefonlarının GPS özelliği ve özellikle öncesinde haritaları ön belleğine yüklediyseniz MyTrails benzeri uygulamalar fazlasıyla yeterli (yedek pil de taşımak zorunda olmadığınız için sizi biraz daha hafifletiyor). Yalnız akıldan çıkarılmaması gereken önemli bir nokta elektronik cihazların yüzde yüz güvenilir olmaması. Örneğin bu yıl, geçişin ilk gününde Garmin GPS cihazı muhtemelen teknik bir hatadan dolayı ilk gün yüzlerce megabyte boyutunda içerisinde aynı koordinat bulunan bir dosya yaratıp tüm depolama kapasitesini doldurmuş. Dolayısıyla günlük yedekleme aktif olmasına rağmen verileri sakla(ya)mamış. Herhangi bir hata mesajı vermediği ve kullanırken ekranda geride bıraktığımız patikayı gösterdiği için durumun farkına ancak etkinliğin sonunda eve dönüp cihazı bilgisayara taktığımızda vardık.
Dağ yolu ve dağ yolu!
Patikaların teknik özelliklerine gelecek olursak, fotoğraflardan da görülebileceği üzere geniş bir yelpazede olduklarını söylemek mümkün. Asfalt veya geniş toprak yollardan da geçiyorsunuz, seyrek de olsa ip veya sabit metal hat döşeli kayalık ve dik yerlerden de. Mevsimine göre zemin ot kaplı da olabiliyor, karlı veya çamurlu da. İrtifa arttıkça doğal olarak daha teknik etaplarla karşılaşma şansınız da yükseliyor (ki bu aslında olumlu bir şey, manzaranın da güzelleşiyor olması anlamına geliyor) ama çoğunlukla yürüyüş patikalarında olduğunuz için genel zorluk makul bir seviyede.
Sarı patikanın başlangıcında karşılaştığımız ilk Via Alpina işareti.
17 Haziran 2018 Pazar günü sabah sarı patika (ve Via Alpina) geçişinin ilk ayağına İtalya’nın doğusunda Slovenya sınırında yer alan Muggia kasabasından başlamıştık. Patika arada ufak kasabalara uğrayarak rahat bir şekilde ilerlemekteydi. Yaklaşık iki buçuk saat sonra patikanın biraz daraldığı bir noktada yanından geçmekte olduğumuz köy evinin açık bırakılmış kapısından bir köpek koşarak arkamızdan geldi ve henüz ne olduğunu anlayamadan Serkan’ı ayağından ısırdı! Biraz kaba bir tabir olacak ama durumu özetliyor: dakika bir, gol bir. Biz elbette atan taraf değildik. Sahibi Romualda’nın daha sonra söylediğine göre biraz yaşlı ve son zamanlarda saldırgan bir köpekmiş. Normalde köpeğin bağlı olması veya kapının kapalı olması gerekir ama köy ortamı, birşey diyemiyorsunuz. Neyse ki belgeleri vardı.
Sonraki altı saatimiz Romualda’nın bizi arabayla götürdüğü şehir hastanesinin acil biriminde geçti. Ne yaptınız derseniz, bekledik. Arada yenileri eklenen başka acil vakaların olduğu bir ortamda köpek ısırması doğal olarak düşük öncelikli değerlendiriliyor. Beklemenin sonunda Serkan’a iğne ve yaraya da pansuman yaptılar. Isırık çok derin değildi, ağrısı olmakla birlikte ilk günden bırakmak istemediği için Serkan devam edebileceğini söyledi. Romualda ile önce Trieste’ye inip sonraki günlerde gerekli ilaçları ve pansuman malzemelerini aldık, sonra bizi rotanın biraz daha ilerisinde bir noktaya bıraktı. Öğleden sonra beş gibi yeniden patikadaydık… Beklenmedik bir başlangıç olduğunu söylemek sanırız yanlış olmaz!
Öyle sakin göründüğüne aldanmayın, arkadan sinsice yaklaşıp Serkan'ı ısırdı!
Sahibi Romualda bizimle hastaneye geldi ve sonrasında patikaya geri bıraktı.
Bundan bir hafta sonra, 24 Haziran 2018 Pazar günü sabah Kertenkeler takımından Banu ve Deniz ile birlikte Cortina d’Ampezzo’dan Ömür ve Sertan’ın bir gün önce koştukları Lavaredo Ultra Trail’e yetişebilmek için geçişe ara verdiğimiz Resiutta’ya doğru ters yönde yola çıktık. Güzel bir gün sonrasında akşam saat sekiz gibi 1300 metredeki Rifugio Padova dağ evine varmıştık. Yaklaşık 5 km ileride Perugini bivağı vardı. Hava henüz kararmamıştı ve pek uzak sayılmazdı. Kapalı ve korunaklı bir ortamda uyuma şansımız olacaktı. Arada 2300 metre irtifadaki Montanaia geçidini aşmamız grekiyordu ama o da yüksek sayılmazdı! Bilmediğimiz şey ise hava karardıktan sonra vardığımız geçidin (gerilim müziği) sert karla kaplı olmasıydı… Bivağa varmamız biraz maceralı oldu. Detayları (ve geçişin onlarla birlikte yaptığımız kısmını) Banu’nun kaleminden bloglarında okuyabilirsiniz.
Montania geçidine yaklaşırken. Aşmamız biraz maceralı oldu!
Perugini bivağı.
Daha önce de belirttiğimiz gibi genel olarak gece yol almadık. Az sayıdaki gece etaplarından birisi sarı patikanın ilk kısmını tamamlamamızdan hemen önce 29 Haziran (ve 30 Haziran) 2018 cuma günüydü. Akşam üzeri Fontanazzo kasabasına varmış, bir süre uyumuş ve saat uygun olduğu için açık olan pizzacısında güzel bir (sıcak) akşam yemeği yemiştik (eğer şansınıza bir pizzacı ile karşılaşırsanız, genelde sadece öğlen ve akşam servisi oluyor, arada fırını kapatıyorlar). Moraller yüksek, uyku pek yok, fiziksel durum gayet iyi, hava durumu da uygun, dolayısıyla biz de sonraki gün Bolzano’ya varabilmek için devam etmeye karar verdik. 2500 metre üzerindeki geçitlerden geçtiğiniz, görece teknik bir etap (manzarası da güzel olmalı, sonrasında göremediğimiz için hayıflanmadık dersek yalan olur).
Gece yarısından sonra saat 2:00 - 2:30 gibi Molignon geçidine doğru yükselirken karşıdan iki soluk ışık belirdi. Biraz yüksekçe bir noktadan zigzaglar çizerek inmekteydiler. Hareketlerinden dikçe bir zemin olduğu tahmin edilebiliyordu. Gecenin köründe ve dağların arasında (i) her ne kadar aynı şeyi aynı anda siz de yapmakta olsanız da hareket halinde birileri ile karşılaşmayı beklemiyorsunuz, (ii) o tarafa gitmemeyi (ve o kadar tırmanmamayı) umuyorsunuz. Dolomitlere tırmanışa gitmekte olan dağcılarmış. Ve evet geçit o taraftaydı. Öncesi ve sonrası Banu’nun yazısının ikinci bölümünde! Aynı gün öğleden sonra Bolzano’ya vardık ve sarı patika geçişinin ilk kısmı tamamlandı.
Deniz Molignon geçidinde.
Bolzano'ya varış.
Bir buçuk ay sonra 15 Ağustos 2018 günü tekrar Bolzano’daydık. Sarı patikanın kalan kısmını geçtik ve 20 Ağustos 2018 günü Almanya’nın güney ucunda Avusturya sınırında yer alan Oberstdorf şehrine ulaştık. Başlangıçta bir süre Sertan’ın daha önce koştuğu Südtrol Ultra Skyrace rotasını takip edip yolu biraz uzatmamız dışında genel olarak olaysız bir geçiş oldu. Avusturya Alpleri oldukça güzel. Sarı patikanın ilk kısmından farklı olarak buzulların yakınından geçiyorsunuz. Ayrıca zaman zaman dağlarda kasabalardakilerden daha fazla insanla karşılaştık.
Yol uzun!
İtalya'dan Avusturya'ya geçiş
Avusturya Alpleri.
Patika sizi beklenmedik yerlerden geçirebiliyor ama bir hastanenin içi sanırız uç nokta olsa gerek!
En beklenmedik olay sanırız bir hastanenin içinden geçmek zorunda kalmamız oldu. Evet, yanlış okumadınız, hastane içinden! Sarı patikanın Avusturya etaplarının yaklaşık olarak ortasında Zams şehrinden geçiliyor. Öncesinde 2480 metre irtifadaki Glanderspitze zirvesine çıkıyor sonrasında bir kayak merkezinden geçip aşağıya iniyorsunuz. Şehre yaklaştığınızda yerleşimler başlıyor ve patika asfalt yoldan gitmek yerine arada bu yerleşim yerlerini dikey olarak kesiyor. Yine bu kesmelerden birisi bizi orman içerisinden daha sonra hastane olduğunu anladığımız büyükçe bir yapının arkasına çıkardı. Normalde etrafından dolaşıp inişe devam ediyorsunuz ama bakım çalışmasından dolayı bu kısım yüksek çitlerle kapatılmıştı (yukarıda kesmenin başında A4 boyutlarında bir kağıtta yazılar vardı, meğer patikanın kapalı olduğu yazıyormuş)! Biraz bakındık fakat geçiş bulamadık. Binanın arkasında açık bir kapı vardı. Biz de şansımızı deneyip içeri girdik. Merdivenlerden bir iki kat inince karşımıza hastanenin laboratuvarı çıktı. Bizim kadar koşu kıyafetleri içerisinde iki yabancıyı görünce laboratuvardaki kadın görevli de şaşırmış olmalı... Kısa bir şekilde durumu açıklamamızdan sonra bize koridora kadar eşlik etti ve çıkışı tarif etti. Hastane koridorlarında biraz daha dolaştıktan sonra dışarıdaydık, şehir de yolun devamında!
Almanya'ya hoşgeldiniz!
Sarı patikanın bitiş noktası Oberstdorf
Geçişin ikinci ayağı olan mavi patikaya bir sonraki yaz 10 Temmuz 2019 çarşamba günü öğleden sonra Monaco’dan başladık. Şehirde uzun süre kalmadık ama bahçesinde Via Alpina başlangıç noktası plakası bulunan sarayı ve denizcilik müzesi güzel, dik yamaçları evlerle dolu ve filmlerde olduğu gibi yollarda lüks arabalar var. Gece ilk tepeleri aşıp Sospel kasabasına vardığımızda, kasaba meydanında bizi bir klasik müzik konseri provası karşıladı! Gece 22:00'de bir köşede hoş müzik eşliğinde sandviçlerimizi yemek, beklenmedik, ama güzeldi. Yaz döneminde özellikle güney Avrupa’daki köy ve kasabalarda bu tür kültürel ve sosyal etkinliklere sıklıkla rastlanıyor. Yolumuzun üzerindeki yakın yerleşim yerlerinde de gördüğümüz afişler konservatuar öğrencileri olduklarını yazıyordu. Müzik ziyafetinden sonra uyumak için kasabadaki tren garının yanına korunaklı bir yer bulduk.
İlk gün her şey yolunda gidiyordu, ta ki gecenin ilerleyen saatlerinde el feneri ışığıyla uyandırılıncaya kadar! Karşımızda görevli jandarmalar duruyordu. Yarı uykulu olarak bir süre kimliklerimizi kontrol etmelerini beklememiz gerekti ama Via Alpina’yı geçtiğimizi söyleyince kontrol sonrası iyi geceler dileyip devriyelerine devam ettiler. Biraz da kuzey Afrika’dan gelmekte olan mülteciler dolayısıyla bu tarafta güvenlik önlemleri daha sıkı.
İki gün sonra (12 Temmuz) öğlen vakti Roure kasabasındaydık. Sıcak bir gündü. Çeşmeden sularımızı doldurup bir şeyler atıştırdıktan sonra kasabanın içerisinde yolumuz devam ederken bir evin kapısındaki “gite d’etape communal” yazısı dikkatimizi çekti. Kilitli olmayan kapısını açıp içeri girdiğimizde, oldukça temiz ve rahat bir konaklama evi bizi bekliyordu. Dağlardaki ufak bivak kabinlerine benzer şekilde, oldukça nadir de olsa geçilen kasabalarda bu tür ortak kullanım amaçlı personelsiz konaklama yerleri mevcut. Olanaklarından ücretsiz olarak (bazen ufak bir gönüllü bağış yaparak) yararlanabiliyorsunuz. Bulduğunuz gibi temiz bir şekilde bırakmanız gerekiyor. Henüz günün erken bir saati olduğu için biz kalmadık ama mutfakta kahve vardı, fırsatını bulmuşken kaçırmadık elbette! Akşam saatlerine yakın geçiyor olsaydık çok güzel bir konaklama olabilirdi.
“Gite d’etape communal” kahve keyfi!
Col des Moulines geçidine doğru tırmanırken karşılaştığımız Türk yürüyüşçü.
İlerleyen saatlerde patika bizi Alplerin Mercantour bölgesine ve ulusal parkına ulaştırdı. Col des Moulines geçidine (1983 m.) doğru tırmanırken karşı yönden tek başına gelen bir yürüyüşçü ile karşılaştık. Konuşmaya başladıktan kısa bir süre sonra Türkçe olarak siz Türk müsünüz diye sordu :-) Günün ikinci sürprizi! Sertan gibi o da Paris’te yaşıyormuş. Birkaç gün önce Leman gölünden yürüyüşe başlamış ve GTA rotasını takip ederek güneye doğru iniyordu. Yiyeceğinin az kaldığını söyledi ama bir sonraki dağ evi uzakta değildi. Biraz daha sohbet ettikten sonra birbirimize bol şans dileyip farklı yönlere doğru devam ettik. Not etmeyince ismini hatırlayamadık, kusura bakmasın. Kim bilir belki de gece bizim öğlen geçtiğimiz ortak paylaşımlı evde kalmıştır... Sonrasında Col des Moulines ve ardından Col de Crousette (2486 m.) geçitlerinden geçip Roya kasabasına indik.
Col des Moulines ve Col de Crousette (2486 m) geçitlerinden geçip...
Roya kasabasına doğru devam ettik.
Ertesi gün yürüyüşe sabah oldukça erken başladık. İlk tırmanış olan Col de Blainon geçinden sonra (2001 m.) patika geniş çayırlık içerisinde kayak pistini takip ederek Mercantour bölgesindeki kayak merkezlerinden birisi olan Auron kasabasına doğru iniyordu. Tesislerin bir kısmı yazın da çalışıyor. Hem yürüyüşçülerin ve bölgeyi gezmek için gelmiş olan turistlerin, hem de yazın iniş parkuruna dönüştürülmüş olan kayak pistlerini kullanan dağ bisikletçilerinin yukarılara kolaylıkla çıkmalarına olanak sağlıyorlar. İnişte uzaktan kayak tesisinin park yerinde duran hayvanlar görmüştük. Patikalarda evcil büyük ve küçükbaş hayvan sürülerinin yanı sıra başta dağ keçisi, geyik ve dağ sıçanı (marmot) olmak üzere yabani hayvanlarla sıklıkla karşılaşıyorsunuz. Bu sefer de benzer olacağını düşünmüştük ama silüetleri biraz farklıydı. Yaklaşınca anladık ki lamalar!
Güney Amerika ile özdeşleşmiş bu hayvanları Alplerde görmeyi doğal olarak pek beklemiyorsunuz, özellikle bir park yerinde! Hemen yanlarında midilli atlar da vardı. Biraz daha ilerleyince ve büyük panoları görünce durum anlaşıldı, meğer sirk hayvanlarıymış! Gezici sirkler özellikle Fransa’da hala popülerliklerini koruyorlar. Lamalar ile daha sonra birkaç defa daha karşılaştık. Ama sirkte değil, hayvan çiftliklerindeydiler.
Dikkat dağ bisikleti çıkabilir! Patikaların bir kısmı onlara ayrılmış.
Auron kasabası girişinde karşılaştığımız park edilmiş(!) lamalar.
Gezici sirk.
Auron kasabasından Saint Etienne de Tinee şehrine indiğimizde öğlen olmuştu. Ardından Col d'Anelle (1753 m.) ve Col de la Colombière (2237 m.) geçitlerini aşıp Bousieyas'a vardık. Buradan tırmanılan Col des Fourches geçidinde (2264 m.) eski bir askeri kampın ve siperlerin kalıntıları vardı. Mercantour doğa parkının kalbi olan bu bölgede önce yaklaşık 2100 metre irtifada bulunan Granges de Salse Morène yaylasına indik. Ardından Agnel gölüne (2343 m.) ve dağ keçilerinin bizi karşıladığı Pas de la Cavale geçidine tırmandık (2681 m.). Geçitten inişte Derrière la Croix ve Lauzanier göllerinden geçiliyor. Akşam hava kararmadan önce vadinin sonuna varmıştık. Doğa parkının girişindeki park yerinde karşımıza çıkan boş ahşap kabin harika bir bivak noktası oldu!
Col de la Colombiere geçidi.
Col des Fourches geçidindeki eski askeri kamp.
Agnel gölü.
Pas de la Cavale geçidi.
Geçidin aşağısı Derrière la Croix gölü.
Lauzanier gölü.
15 Temmuz pazartesi günü tüm geçişimizin en yağmurlu günlerinden birisiydi. Bir gün önce Mercantour’u ve Fransa’yı arkamızda bırakarak (aynı zamanda ulusal bayram olarak kutlanan Fransız Devrimi’nin başlangıcı olarak sayılan Bastille Baskını’nın yıldönümü) Colle del Sautron geçidini aşmış ve İtalya’ya girmiştik. Akşamında yağmur başlamıştı. Büyük oranda terk edilmiş bir dağ köyündeki boş evlerden birisinin verandasında bivak yapmış ve kuru kalabilmiştik. Sabah yağmur arada hafiften devam ediyordu ama yürüyüşü etkileyecek seviyede değildi. Gün içerisinde şiddetini arttırdı. Öğleden sonra Maddalena kasabasına ulaştık. Burada bir kamp yeri vardı. Hava durumu tahminleri yağışın ilerleyen saatlerde de devam edeceğini gösteriyordu. Sonrasında Monte Viso’ya doğru tırmanmamız gerektiği için devam etmek pek iyi bir seçenek değildi. Biz de kamp yerinin aynı zamanda bar ve restoran olarak da hizmet veren (sıcak) ana binasına sığınıp ıslak giysilerimizi kuruttuk. Serkan biraz gecikmeli de olsa üzerinde çalıştıkları bir raporun düzeltmelerini gönderme şansı buldu (siz siz olun dağa iş getirmeyin!). Gece de kamp yerinin çamaşırhanesinde uyumamıza izin verdiler. Zemin soğuk ama en azından korunaklı ve kuruydu :-)
Colle del Sautron geçidi...
Yağmurdan geçici korunma...
... ve aşağısındaki Bivacco Danilo Sartore kabini.
...ve kamp yerinin ana binasında ıslanmış eşyalarımızı kuruturken.
Sabah kalktığımızda yağmur artık dinmişti. Biraz beklenmedik bir şekilde, kamp yerinin karşısında kalan tepelerin üst tarafları az da olsa yeni yağmış karla kaplıydı. Yazın zaman zaman sıcak hava dalgası yaşanabiliyor. O dönemde de yaşanmaktaydı (ekşi sözlük) ama bu bölgeye tam tersine bir soğuk hava dalgası gelmişti (küresel ısınmanın bir yan etkisi olarak uç koşullar ile daha sık karşılaşılıyor). Tepelerdeki karın gün içerisinde karşılaşacaklarımızın bir habercisi olduğunu o zaman elbette bilmiyorduk. Kahvaltı sonrası yola koyulduk.
Patika Lago di Castello gölünün etrafından döndükten sonra kuzey yönünde uzanan bir vadiye giriyor. Vadi içerisindeki nehri takip ederek Monte Viso dağına ve onun batısında kalan 2811 metre irtifadaki Passo di Vallanta geçidine doğru yükselmeye başlıyorsunuz. Vadinin sonundaki yüksek zirveler karlıydı ama bu biraz normal, 3841 metre yüksekliğindeki Monte Viso, Cottian Alpleri'nin en yüksek noktası. Yaklaşık 2000 metre irtifadaki Grange del Rio yaylasına geldiğimizde etraf hala yeşilliğini koruyordu ama geçide doğru yolun devamının karlı olduğunu görebiliyorduk. Refuge Vallanta dağ evine yaklaşırken (2420 m. irtifa) patika karla karışık çamurlu bir hal almıştı. Saat 9 gibi vardığımız dağ evi boştu (en azından boş görünüyordu) ve kadın görevliler temizlik yapmaktaydılar. Geçidi sorduğumuzda karlı ama geçilebilir durumda olduğunu söylediler. Serkan'ın yola çıkarken evde unuttuğu CAI kartının yerine kayıtlardan kontrol edip imzalı ve mühürlü bir not da verdiler. Böyle bir notun yanımızda olmasının faydalı olabileceğini düşünüyorduk, ama rota boyunca ihtiyaç olmadı.
Kısa bir kahve molasından sonra yola devam ettik. Biraz daha yükselince karın kalınlığı artmaya, patika ve izler de yavaş yavaş kapanmaya başladı. Üstümüze yağmurluk ve kolluk + yelek, altımızda şort ve kısa taytla, masmavi gökyüzü, bembeyaz ve oldukça etkileyici bir manzara eşliğinde ilerlemeye başladık. Temmuz ortasında böyle bir durumla karşılaşmak elbette şaşırtıcı ama aynı zamanda insan kendini şanslı hissediyor!
Lago di Castello gölü.
Refuge Vallanta dağ evi.
Vallanta geçidinin tırmanışı...
ve inişi.
Hava güneşli ama geçit oldukça karlıydı.
Refuge Vallanta dağ evi CAI tarafından inşa edilmiş.
Vallanta geçidi ve inişi oldukça karlıydı. Geçidi geçince yeniden Fransa’ya girmiş oluyorsunuz (bölge Ristolas doğa koruma alanı) ve inişin devamında Refuge du Viso dağ evi yer alıyor. Vallanta dağ evinin tam tersine Viso dağ evi oldukça kalabalıktı. Genel olarak Fransa’da doğa yürüyüşü İtalya’ya göre daha popüler ve patikalarda daha fazla insanla karşılaştık diyebiliriz. Fransa’da oldukça kısa bir süre kaldık, öğleden sonra karlı patika bizi 2950 metre irtifadaki Colle delle Traversette geçidi üzerinden yine İtalya’ya geri döndürdü. Tırmanışta iki sürpriz bizi bekliyordu. Birincisi belki de şimdiye kadar gördüğümüz en uzun boynuzlara sahip dağ keçisi (oldukça yakın olmamıza rağmen bizi pek dikkate almadı ve kayaların altındaki küçük otları yemeye devam etti), ikincisi ise geçit yerine hemen aşağısında yer alan tünelden sınırı geçmemiz. Etrafı karla kaplı olmasından dolayı nereye gittiği tam olarak kestirilemiyordu ama içerisinden önce sesler duyup sonra bir grup yürüyüşçü belirince, tamam dedik kestirme yol!
Sınırın diğer tarafı Pian del Re doğa koruma alanı. Venedik yakınlarında Adriyatik denizine dökülen Po nehri buradan doğuyor. Kaynağının yanından geçtik. Hava kararırken Rifugio Barbara Lowrie dağ evine vardık ve geceyi hemen yakınındaki terk edilmiş köyde bivak yaparak geçirdik.
Fransa'dan İtalya'ya geçtiğimiz Colle delle Traversette geçidinin altındaki tünel.
Pian del Re doğa koruma alanı. Po nehri buradan doğuyor.
Sonraki birkaç gün geçtiğimiz yerler açısından oldukça güzel ama genel olarak olaysızdı. Patika Fransa ve İtalya sınırına yakın bir şekilde kuzeye doğru ilerliyordu. 17 Temmuz günü sabah Colle Manzol geçidine tırmandık (2667 m.). İnişte önce Rifugio Granero (2379 m.) ve ardından Rifugio W. Jervis (1741 m.) dağ evlerinden geçtik. Col d'Urine geçidini (2513 m.) aşıp kısa süreliğine de olsa Fransa'ya girdik. Le Roux kasabasına indik ve Col Saint Martin geçidine (2684 m.) tırmanıp tekrar İtalya'ya geri döndük. İniş sonrası geceyi vardığımız Pomieri köyünde geçirdik.
Colle Manzol geçidine yükselirken.
Hashtag Rifugio Granero :-)
Col d'Urine geçidi.
Col Saint Martin geçidi.
Ertesi gün Balsiglia kasabasına kadar uzun bir yan geçiş etabı bizi bekliyordu. Ardından Colle Albergian geçidine (2695 m.) tırmandık ve Lago Laux gölü üzerinden Usseaux kasabasına indik. Burası evlerin duvarlarını kaplayan resimler ile oldukça farklı ve güzel bir yerdi. Market veya bakkal da olsa oldukça mutlu olacaktık ama elbette yoktu. Ardından bir tırmanış daha bizi bekliyordu. Colle dell'Assietta geçidini aşıp (2455 m.) Rifugio Arlaud dağ evinin olduğu yarı terk edilmiş köye indik ve korunaklı bir yerde bivak yaptık.
Pomieri köyü ile Balsiglia kasabası arasındaki uzun yan geçiş bizi ufak yerleşim yerlerinden geçirdi.
Colle Albergian geçidi.
Usseaux kasabası.
Tek eksik market veya bakkal...
19 Temmuz cuma günü Hannibal’in ayak izlerini (tersten) takip ederek Fransa’nın Savoy ve İtalya’nın Piemonte bölgeleri arasında yer alan Col de Clapier (2491 m. irtifada) geçidini aşarak Mont Cenis dağının eteklerine ulaştık. Kartacalı politikacı ve general Hannibal milattan önce 218 yılında filleri de barındıran ordusunu Alpler üzerinden İtalya’ya geçirmiş (detayları Wikipedia'dan okuyabilirsiniz). Geçiş noktası kesin olarak bilinmemekle birlikte Col de Clapier olası seçeneklerden birisi. Tünel ile geçtiğimiz Col de la Traversette daha kuvvetli bir ihtimal. Patika Mont Cenis gölünün kıyısına indikten sonra sizi tekrar ve bu sefer son defa İtalya’ya geri getiriyor. Gece açık havadaki bivağımız sınırdan hemen önceydi.
Col de Clapier geçidi.
Monoscope ile geçidi izlerken.
İki bin yıl önce buradan fillerle geçilmiş olması muazzam gerçekten.
20 Temmuz sabahı sınırı geçip oldukça aşağımızda kalan vadi tabanına paralel bir yan geçişe başladık. Normal koşullarda o şekilde devam etmesi gerekiyordu. Rifugio Stellina dağ evine yaklaştığımızda bir küçükbaş hayvan sürüsü ile karşılaştık. Erken bir saat olduğu için sürü köpekleri bir tarafı dik duvar olan dar yoldan geçmemize izin vermediler (protokol her zaman işe yaramıyor!). Neyse ki sürü çiftliğin uzağında değildi ve havlamalar kesilmeyince bir süre sonra çoban gelip köpekleri kontrol altına aldı, biz de devam edebildik. Çiftliğin yanından geçerken karşılaştığımız muhtemelen çiftliğin sahibi yaşlı çift bize yolun ileride toprak kaymasından dolayı kapalı olduğunu söylediler. Tam emin değillerdi ve dağ evinde sormamızı tavsiye ettiler. Haritaya baktığımızda yan geçişin pek bir alternatifi görünmüyordu, dolayısıyla yolun açık olmasını ümit ederek dağ evinin yolunu tuttuk.
Saat 10’dan önce vardığımız Rifugio Stellina dağ evinde tek başına gönüllü bir bekçi vardı. Ufak dağ evlerinin bir kısmı yerel kulüpler tarafından inşa edilmişler ve gönüllülük ilkesi ile kar amacı gütmeden işletiliyorlar. Maalesef durumu doğruladı ve o yoldan henüz gelebilen kimse olmadığını söyledi. Ne yapabileceğimizi sorduğumuzda iki seçenek önerdi (i) geri dönüp vadinin aşağısından geçmek, veya (ii) Rocciamelone’ye tırmanıp oradan Via Alpina rotasının geçtiği Rifugio Ca d’Asti dağ evine inmek. Birinci seçenek yolu oldukça fazla uzatıyordu, dolayısıyla ikinci seçenek daha akla yatkındı, ufak bir nokta haricinde, patika Rocciamelone’nin 3538 metre yüksekliğindeki zirvesinden geçiyordu! Tırmanmaya alışkınız :-) Biraz da yakın zamandaki yağıştan olsa gerek patika kısmen karla kaplı ama geçilebilir durumdaymış. Sohbet eşliğinde bize yaptığı kahveleri içip tekrar yola koyulduk. Rochemelon buzulu eşliğindeki tırmanışta manzaramız oldukça güzeldi. Hafta sonu olduğu için Rocciamelone zirvesi (zirvenin hemen aşağısında bir şapel var) ve inişinde ulaşılan Rifugio Ca d’Asti dağ evi ise oldukça kalabalık…
Rifugio Stellina dağ evinin gönüllü bekçisi.
3538 metre yüksekliğindeki Rocciamelone zirvesine tırmanış...
ve iniş.
Öğleden sonra bir geçit daha aştıktan sonra akşam üzeri Usseglio kasabasına vardık. Burası görece büyükçe ve turistik bir yerleşim yeriydi ve günün başka bir süprizi olarak kendimizi yerel bir panayırda bulduk. Panayırların en güzel yanı yiyecek seçeneklerinin artıyor olması. Ekmek arası mangalda sucuk (sıcak yemek sayılır) ve sonrasında Nutellalı krep, enfes!
Usseglio kasabasındaki panayır...
... akşam yemeği menümüzü oldukça farklılaştırdı :-)
Ertesi gün (21 Temmuz) Ceresole Reale’de (Grand Paradiso) oldukça teknik bir yarış olan Trofeo Kima ile dönüşümlü olarak iki yılda bir düzenlenen Royal Ultra Sky Marathon koşulacaktı. Bizim 2011 yılından beri kesintisiz olarak katıldığımız bir koşuydu. 2013 yılında ORDOS’tan dostlarımızla birlikte daha kalabalık bir grup olarak koşma şansımız da olmuştu (hikayesini Argün'ün kaleminden okuyabilirsiniz). Bu sefer ise Ömür kayıtlıydı. Yarış sabah erken saatte Ceresole Reale’nin bulunduğu vadinin yukarısında yer alan Teleccio baraj gölünden başlıyor. Dolayısıyla, hava daha karanlıkken organizasyonun servis otobüsleri ile veya kendi arabanızla başlangıç noktasına gitmeniz gerekiyor. Geçişe başlarken aklımızdaki plan bir gün öncesinde veya en kötü gece geç bir saatte Ceresole Reale’ye varıp yarış öncesinde Ömür’e bol şans dileyebilmekti. Ama evdeki hesap çarşıya uymamıştı (doğal olarak karlı patikalar beklemiyorduk) ve zaman olarak hedefin gerisinde kalmıştık. Çok uzak sayılmazdık ama Usseglio ile Ceresole Reale arasında birbirine paralel üç dağ silsilesini geçmemiz gerekiyordu. Bitişte Ömür’ü yakalayabilmek için önümüzdeki tek makul seçenek gece de devam etmekti. Biz de öyle yaptık.
İnsanoğlunun aya ayak basışının 50. yıl dönümü olmasından mıdır bilinmez ama o gece ay kırmızı(!) ve parlaktı. Gece yarısından sonra Passo Pasciet geçidindeydik, hemen inişinde Bivacco Gino Gandalfo bivak kabinini bulduk. Kısa süreli de olsa yumuşak minderde ve battaniye ile uyumak sanırız söylememize gerek yok oldukça rahattı.
Kırmızı ay.
Bivacco Gino Gandalfo bivak kabininde yumuşak zeminde kısa süre de olsa uyuma şansımız oldu.
Sabah gün ağırmadan tekrar patikadaydık, öğleden sonra ise Ceresole Reale’de! Ömür ile Ceresole gölünün kıyısında buluştuk ve birlikte Finish alanına gittik. Alan oldukça kalabalıktı. Yarışların genel olarak popülerlikleri arttıkça (günümüzde kaçınılmaz olarak) başlangıçtaki daha mütevazi ortamlarından uzaklaştıklarını söylemek mümkün. Uzun süreli takip ettiğinizde bunu yakından ve yaşayarak görebiliyorsunuz (UTMB ve Tor des Geants’daki gözlemlerimiz de bu yönde). Sonrasında Ömür'ün yarıştan önce kaldığı kamp yerine geçtik. Hem sohbet güzeldi hem de getirdiği yiyecekler (sütlü müsli!). Kamp yerinde sıcak su ile duş alma şansımız oldu.
Ömür daha rahat dinlenebilmek için akşam geri döndü. Biz de geceyi kamp yerinde geçirdik.
Ömür ve biz!
Hedef bulutlardan sonraki dağların ardı.
Ve sırtın!
Colle della Crocetta geçidinden Ceresole Reale.
Yaklaştık!
Reale sonrasındaki etap teorik olarak kolay görünüyordu. Temel olarak Ceresole Reale’nin bulunduğu vadiden alçalacak ve daha sonra kuzeye dönerek Aosta vadisine doğru yükselecektik. Patika asfalt yolun geçtiği vadi tabanından değil, vadinin kuzey yamacından yan geçerek ilerliyordu. Temiz ve toktuk, yiyecek stoklarımız yenilenmişti, hava da güneşliydi. İdeal bir gün! İleride elbette yeni bir sürpriz bizi beklemekteydi.
Bir patika ne kadar az kullanılırsa, durumu hakkındaki belirsizlik de o kadar artıyor. Başlangıçta rahat ve geniş bir şekilde ilerleyen patika daha sonra daralmaya ve dikleşmeye başladı. Sonrasında yukarıdan gelen ve etrafı yoğun bitkilerle kaplı eski bir su akıntısında kayboldu. Patikanın geliş ve gitmesi gereken yönleri doğru görünüyordu ama aradaki kısım eksikti! Düşük bir olasılıkla yanlış yöne de gitmiş olabiliriz ama dik ve balta girmemiş ortamı andıran kısa etabı geçmemiz oldukça fazla zaman aldı (görece, bize öyle hissettirdiği kesin). Sonrasında yeniden rahat ve geniş patikadaydık. Aşağıda, vadi tabanından rahat bir şekilde aynı noktaya gelen yol olduğunu düşününce gerçekten demotive edici olduğunu söyleyebiliriz. Gün sonunda Blessent bivak kabinine varıp sıcak bir ortamda uyumak moralimizi yerine getirdi :-)
Patika nerede? Göremiyorsanız şaşırmayın, geçtik ama biz de göremedik!
Bivak öncesi gün batımı.
Blessent bivak kabini bir şapelin çatı katı. Dışarıdan merdivenle içerisine giriliyor.
Zirve defterlerine benzer şekilde bivak kabinlerinde de gelişinizi not ediyorsunuz.
Dondena dağ evi.
Bir gün sonra Aosta vadisine doğru yükselen vadiye ulaştığımızda harita yine benzer bir yapı gösteriyordu. Vadi tabanında asfalt yol, vadinin bu sefer batı yamacını takip eden yan geçiş ve patikaya dik inen su yatakları. Uzaktan bakınca ve bir gün önceki yakın bölgedeki deneyim ile durumu değerlendirince, karşılaşabileceklerinizi tahmin edebiliyor ve benzer bir risk almak istemiyorsunuz. Biz de vadi tabanından gitmeyi tercih ettik. Doğru bir karar olduğu vadideki ilk kasabalardan birinde patikanın devamını sormak için konuştuğumuz ve şans eseri doğa parkı görevlisi çıkan kişinin yamaçtaki patikaların daha önce çıkan fırtınada yıkılan ağaçlar nedeniyle kapalı olduğunu söylemesiyle onaylanmış oldu. Akşam üzeri Colle di Larissa geçidini aşarak artık yakından tanıdığımız Aosta vadisine giriş yaptık.
Haritadan bakınca geçitten indiğimizde vardığımız Dondena dağ evinin olası her yönünden gelip gitmişiz (ki kesişim noktası olduğu için çok yönden gelinip gidilebiliyor)...
Mavi patika Aosta vadisini dik olarak (bizim için güney - kuzey doğrultusunda) kesiyor. 24 Temmuz günü sabah Mont Avic doğa parkını geçtik, bu bölgede ufak göller var. Aosta vadisinin ortasından geçen karayoluna indiğimizde patikayı biraz uzatıp yakındaki süpermarkete uğradık. Sıcak havada 1 litrelik dondurma göz açıp kapayıncaya kadar bitti, yanında da kızarmış tavuk!. Hava kararmadan Col Dondeuil geçidini (2344 m.) aştık, gece biraz daha devam edip Issime kasabasına ulaştık ve geceyi orada geçirdik.
Mont Avic doğa parkı.
Okları takip edince...
Col Dondeuil geçidine varıyorsunuz!
Ertesi gün Tor des Geants’ın ana istasyonlarından birisi olan Gressoney Saint Jean kasabası üzerinden Colle di Valdobbia geçidine (2480 m.) tırmandık. Adını 1823 yılında yapımına öncülük etmiş olan papaz Nicolao Sottile’den alan dağ evi ve şapeli bulunuyor (kapalıydı). Geçidin diğer tarafı Piemonte, Aosta vadisinden çıkmış oluyorsunuz. Tırmanışta patika üzerinde yarış işaretlemeleri vardı. Hangi yarış olduğunu merak etmiştik. Monte Rosa Walser Trail olduğunu tahmin ediyorduk, ama tam emin değildik. Yukarıda işaretleme yapan görevliler ile karşılaşınca doğru tahmin olduğunu ve hafta sonu düzenleneceğini öğrenmiş olduk (en uzunu 114 km. uzunluğunda olan farklı parkurları var). Yarışın adında geçen Walser, 12. ve 13. yüzyıllardan başlayarak bölgeye göç etmiş olan ve Almancanın bir lehçesini konuşan halka verilen isim. Gressoney Saint Jean ve geçidin diğer tarafında yer alan Alagna kasabalarının bulundukları vadilerde yoğun olarak yaşıyorlarmış.
Monte Rosa Walser Ultra Trail parkurunu işaretleyen görevliler.
Valdobbia geçidindeki Nicolao Sottile dağ evi.
Piemonte bölgesine geçmemizle birlikte hava da bozdu, önce bulutlar geldi sonra hafif de olsa yağmur başladı. Riva Valdobbia kasabasına indiğimizde yoğunluğunu arttırmıştı. Burada bir taraçanın altında bir süre bekledik. Taraçada oturmamız, hatta uzanmamız için banklar vardı, yanımızdaki kafeden de güzel bir müzik yükselmekteydi. Keyifli bir dinlenme oldu diyebiliriz.
Yağmurun azalmasını beklediğimiz taraça.
Hemen yanındaki açık kapısından dışarı müzik yükselen kafe.
Yağmur azalınca önce asfalt yolu takip ederek, Alplerin Mont Blanc’dan sonra en yüksek ikinci zirvesi Monte Rosa (4634 m.) tırmanışlarının genelde başlangıç noktası olan Alagna kasabasına (aynı zamanda popüler bir kayak merkezi, dolayısıyla büyük ve turistik bir yer) ulaştık, oradan da Rifugio Santino Ferioli dağ evi üzerinden Colle di Mud geçidine tırmandık (2324 m.). Yağmur dinmişti ama hava bulutlu olduğu için eteklerinden geçmemize rağmen Monte Rosa’yı görme şansımız olmadı (onun için Tor des Glaciers’i beklememiz gerekti; Serkan da daha önce 4 zirvesinden üçüne Sinan ve Ayşegül ile tırmanmıştı). Gece Rima kasabasına vardık ve bivak yaptık.
Tüm okların gösterdiği...
Rifugio Santino Ferioli dağ evi.
Rima kasabası ve yukarısındaki Colle di Mud geçidi.
Colle di Termo geçidi; dikkatli bakarsanız sırta yayılmış olan sürüyü görebilirsiniz.
26 Temmuz Cuma mavi patika geçişinin bu ayağının son günü oldu. Giderek kötüleşmekte olan hava durumundan dolayı hava durumu tahminlerini bir süredir daha sık takip etmeye başlamıştık. Hafta sonu ve sonrası için sürekli yoğun yağış ve fırtına uyarısı vardı. Mavi patikanın bitiş noktası olan Riale’ye yaklaşmıştık. Normal koşullarda muhtemelen pazartesi günü ulaşmamız olasıydı ama fırtına altında bu pek mümkün görünmüyordu. Bivak yapmak da kolay olmayacaktı. Pratik olarak uygun bir yerde durup beklememiz gerekecekti. Dolayısıyla koşulları zorlamak yerine, Serkan’ın yaşadığı göller bölgesine uzak olmayan bir noktada olduğumuz da dikkate alındığında, etkinliği tamamlamak daha doğru bir seçenek olarak görünüyordu.
O gün önce Colle di Termo (2351 m.) sonra da Col d’Eugua (2239 m.) geçitlerini aştık. Col d’Eugua geçidine tırmanırken karşılaştığımız sürüsünü otlatmakta olan çoban da bizi hafta sonu beklenen kötü hava hakkında uyardı. İnişin sonunda Santa Maria di Fobello kasabasında vardık daha sonra devam etmek üzere geçişin bu ayağını sonlandırdık. Monaco’dan yola çıkmamızın üzerinden 17 gün geçmişti. Bir süre yolda yürümeye devam ettikten sonra şansımıza duran araç, sonrasında otobüs ve tren yolculuğu ile gece geç saatte de olsa Sesto Calende'ye, orada bizi karşılayan Yücel sayesinde de eve ulaşmayı başardık! (Yücel o sırada Serkan'ın çalıştığı JRC'de staj yapıyordu). Hafta sonu beklendiği üzere İtalyan Alplerinde hava koşulları oldukça kötüydü. Fırtına ve yoğun yağış etkili oldu. Südtirol Ultra Skyrace yarışında yıldırım çarpan bir koşucu maalesef hayatını kaybetti.
Serkan Col d'Eugua geçidine tırmanırken karşılaştığımız çoban ile konuşuyor.
Mavi patika geçişinin ilk ayağını Santa Maria di Fobello kasabasında sonlandırdık.
Mavi patikanın kalan kısmını ve yeşil patikayı tamamlamak için 18 Ağustos 2020 günü Milan Malpensa havalimanında buluştuk. Serkan iş değişikliğinden dolayı artık Hollanda’da yaşıyordu (oldukça düz bir yerde ve dağlara uzak, zamanla özleyecek!), dolayısıyla bir yıl önce evine yakın bir yerde ara vermiş olmamız artık geçerliliğini yitirmişti. Hepimizin yaşamını derinden etkileyen koronavirüs salgını sebebiyle aslında Alpler geçişine devam edip edemeyeceğimiz doğal olarak uzun süre belirsiz kaldı. Bivak yapıyor olmanın getirdiği esneklik vardı ama (kuzey) İtalya Avrupa’da salgının ilk dalgasından en fazla etkilenen bölgelerden birisiydi ve ülkeler arasında ulaşım da kısıtlıydı (hem İtalya’ya gidebilmek hem de yeşil patika için İtalya’dan İsviçre’ye geçebilmek ve etkinlik sonunda da oradan geri dönebilmek gerekiyordu). Yaz sonuna doğru koşulların iyileşmesi ve vaka sayısının azalmasıyla hayat biraz daha normale döndü. Dolayısıyla etkinlik de olanaklı hale geldi. Bu sefer görece macerasız bir başlangıç oldu diyebiliriz. Sadece başlangıç noktamız olan Campello Monti’ye erken bir saatte ulaşabilmek için gece yürümemiz gerekti (uçaklarımız akşam üzeri indiği için son tren bizi ancak Lago Maggiore gölünün batı kıyısındaki Stresa kasabasına kadar ulaştırıyordu, Campello Monti’ye giden minibüs ise Lago d’Orta gölünün kuzey ucundaki Omegna kasabasından kalkıyor; gece iki kasaba arasında toplu ulaşım yok). Böylece lojistik zorluğundan dolayı atladığımız Santa Maria di Fobello ile Campello Monti arasındaki kısa etabı da bir nevi telafi etmiş olduk. Serkan patikalara tekrar geri dönebildiği için mutluydu. Sertan ise Haziran ve Temmuz aylarını Chamonix’de geçirmişti ve artık patikalara oldukça alışmıştı demek sanırız yanlış olmaz (Chamonix ve çevresindeki rotalar ile ilgili videoları, diğer adıyla Chamonix Günlükleri'ni YouTube kanalından izleyebilirsiniz).
Campello Monti.
Via Alpina bilgilendirme panosu; yanındaki ufak mavi not patika üzerindeki bivak kabinlerinin Covid-19 sebebiyle kapalı oluğunu yazıyor.
İlk gün Colle dell’Usciolo (2037 m.) ve Colma (1728 m.) geçitlerini aşıp Antronapiana kasabasına ulaştık. Gece kasabanın yanından akan nehrin karşı tarafında piknik masalarının olduğu bir park alanında bivak yaptık. Tahta sıralar toprak zeminden daha iyi elbette ama ufak kasabada muhtemelen başka yapacak birşey olmadığı için biz yattıktan kısa bir süre sonra hava çoktan kararmış olmasına rağmen park yeri çocuklu ailelerin akınına uğradı(!). Gürültülü ortam ilk başta biraz rahatsız edici olmakla birlikte bir süre sonra alıştık ve güzel bir uyku uyuduk.
Sabah Lago Alpe del Cavalli gölü üzerinden Rifugio Andolla dağ evine tırmandık (2067 m.). Hafta için olmasına rağmen özellikle göl ile dağ evi arasında patika kalabalıktı. Dağ evinin yukarısında Passo di Andolla geçidi yer alıyor (2418 m.). Geçidin diğer tarafı İsviçre. Yürüyüşçülerin bir kısmı geçide çıkıp sonra geri dönüyorlar. Dağ evinde belki de şimdiye kadar gördüğümüz en orjinal çeşme ile karşılaştık. Kazma ve sikkeden yapılmıştı. Kısa bir kahve molasından sonra biz de geçidin yolunu tuttuk.
Patika Lago Alpe del Cavalli gölünün etrafından dolanıp...
... vadi içerisinden yükseliyor.
Rifugio Andolla dağ evi.
Dağ evinin bahçesindeki kazmadan yapılmış çeşme.
Patika oldukça kısa bir süre İsviçre topraklarında kalıyor. Sınırı oluşturan sırt hattını takip ederek iki geçit aşıyor ve tekrar İtalya’ya dönüyorsunuz. Arada içerisinde balıkların olduğu iki gölden geçiliyor. Öğle yemeği molası verdiğimizde kıyıya yakın dolaşmaktaydılar. Endemik veya yakındaki hayvan çiftliklerindeki insanlar tarafından bırakılmış olabilirler, oldukça izole göller çünkü. Yırtıcı kuşlar cıyakladığında aynı anda göllerin yüzeyinde bir sürü ufak dalgacık oluşuyordu.
İtalya ve İsviçre sınırı.
Öğle yemeği molası verdiğimiz balıklı göl.
Öğleden sonra popüler bir mesire yeri olan San Bernado’daydık. Hafta sonu düzenlenecek olan dikey kilometre (vertical km) yarışının posterleri vardı. Önce yanındaki yalak muhtemelen hafta sonunu hazırlık olarak biralar ile doldurulmuş olan Rifugio Gattascosa dağ evine tırmandık, sonra yüksek gerilim hattı geçen bir geçitten aynı gün içerisinde ikinci kez İsviçre’ye girdik. Orman içerisinden Zwischbergen köyüne (veya evleri diyebiliriz) inen dikçe patika basamaklarla düzenlenmişti. Geçtiğimiz diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, İsviçre’de özellikle patikaların dik ve zorlu olabilecek kısımlarında yapay zemin düzenlemeleri ile karşılaşma olasılığı daha fazla. Örneğin İtalya’da olsa patikanın ufak zigzaglar çizeceği veya ip döşeli olacak yerlerde İsviçre’de kimi zaman oldukça uzun ve basamaklı merdivenler görebiliyorsunuz. Köyün yukarısındaki bir çiftlikte lamalar yine karşımıza çıktı!
Furggu geçidine (1872 m.) ulaştığımızda hava artık kararmak üzereydi. Geceyi geçirmek için hedefimiz vadi tabanındaki Gabi veya ilerisindeki Simplon Dorf kasabalarından birisine ulaşabilmekti. İnişin ortasına doğru karşımıza üç tarafı görece korunaklı terasa sahip bir ufak bir şapel çıkınca bivağı orada yaptık. İleride ne ile karşılaşacağımızı tam olarak bilemediğimiz için havanın kararmasına yakın veya sonrasında çok rahat olmasa da makul bir yere denk gelince geceyi orada geçirmek genelde uyguladığımız bir kuraldı.
San Bernardo mesire yeri.
Rifugio Gattascosa dağ evinin yalağı bira doluydu!
Sabaha doğru hava soğuyunca gün aydınlanmadan saat 4 gibi ayaktaydık. Erken kahvaltı sonrası inişin kalan kısmını tamamladık ve rahat patikadan Simplon geçidine doğru az eğimli ama uzun tırmanış başladı. Tırmanışın başında karayolunu kesip Simplon Dorf kasabasından geçiliyor. Ekmek fırınındaki usta haricinde herkes henüz uykudaydı. Fırından ise güzel kokular yükselmekteydi. Patikanın Simplon geçidine kadar olan kısmı aynı zamanda Gondo Marathon koşusunun parkuru. Birkaç noktada işaretleri vardı.
Geçide yaklaştığınızda Altes Spittel isimli 1650 yılında yapılmış şato benzeri bir hanın yanından geçiliyor. 2005 m. irtifadaki geçit ise İsviçre’yi İtalya’ya bağlıyor ve normal zamanlarda motosiklet tutkunlarının gözde mekanlarından. Saat 8 gibi vardığımız için bir iki park etmiş motosiklet ve araba haricinde oldukça tenhaydı, hava ise rüzgarlı. Bizler için başka bir ilgi çekici noktası ise Avrupa’dan İstanbul’a yolcuları taşıyan ünlü Şark Ekspresi (Orient Express) treninin 1900’lerde yakınlardan (daha doğrusu altındaki Simplon tünelinden) geçiyor olması. Kapalı olan ufak bir dükkanın önündeki sıralarda oturmuş hızlıca ikinci kahvaltımızı yaparken günün ilk sürprizi olarak karşımıza (muhtemelen askeri) bir helikopter indi!
Simplon geçidi.
Karşımıza inen helikopter.
Günün ikinci sürprizi ise geçitten sonra 2887 m. irtifadaki Maderlicka geçidine tırmanırken karşımıza çıkan Chaltwassergletscher buzulunun harika manzarası oldu. Haritaya baktığınızda yolu gereksiz yere uzatan bir çıkış ve iniş olarak geliyor ilk başta ama sonra içinizden rotayı iyi ki buradan geçirmişler diyorsunuz! Görece kalabalık olan tırmanışın tersine oldukça taşlık ve kayalık olan inişte neredeyse kimseyle karşılaşmadık.
Öğleden sonramız büyük oranda geniş bir çanağın etrafında bitmek bilmeyen yan geçişle geçti. Gitmeniz gereken yeri karşınızda görüyorsunuz ama varmak kolay değil. Aynı zamanda bir kayak merkezi olan Rosswald kasabasına vardıktan sonra tekrar tırmanış başlıyor. Saflichpass geçidini (2563 m.) aştıktan sonra hava kararmadan aşağıda Binn kasabasındaydık. Geceyi nehir kıyısında bir park yerinde geçirdik.
Simplon geçidinden sonraki tırmanış.
Chaltwassergletscher buzulu. Bulutların ötesi İtalya!
Maderlicka geçidinin kayalık inişi.
22 Ağustos Cumartesi mavi patikadaki son günümüz oldu. Sabah erken saatte oldukça sakin ve huzurlu olan Geisspfadsee gölünün (2439 m.) kıyısından dolanıp hemen ilerisindeki Passo della Rossa geçinden İtalya’ya geri döndük. Bir doğa parkı olan bu bölgede patika oldukça kayalık. Geçitten Alpe Devero kasabasına iniliyor. İnişin ilk kısmını tamamladıktan sonra kendimizi dimdik aşağı doğru devam eden bir kaya setinin üzerinde bulduk. Zincir ile kısa bir kulvardan inince karşımıza duvara sabitlenmiş bir merdiven hattı çıktı. Kestirme yol!
Geisspfadpass geçidi.
Passo della Rossa geçidi.
Önce zincir...
... sonra merdiven!
Eğer konaklamak istemiyorsanız Alpe Devero kasabasına gitmek gerekmiyor. Patika öncesinde yan vadiye dönüyor. İlk başta belki bakkal bulabiliriz düşüncesiyle yolu biraz uzatmasına rağmen uğramayı düşünmüştük ama yaklaşınca karşılaştığımız bölgeden bir yürüyüşçü kasabada sadece restoran olduğunu söyleyince gerek kalmadı. Vadinin devamında Devero gölü var. Hafta sonu olmasının da etkisi olsa gerek göl ve öncesindeki araba ile ulaşılabilen (turistik) Crampiolo köyü oldukça kalabalıktı.
Öğle yemeği molası verdiğimiz gölü geçince etraf yine tenhalaştı. Öğleden sonra saat 14:00 gibi 2599 m. irtifadaki Scatta Minoia geçidine tırmanmıştık. Oldukça rüzgarlı ama güzel manzaralı geçitte aynı zamanda kırmızı beyaz çizgilerle boyanmış Ettore Conti bivak kabini var. Geçitten Lago di Vannino gölüne inip etrafından dolaştık ve Rifugio Eugenio Margaroli dağ evine geldik. Dağ evine yaklaşınca karşılaştığımız kalın yağmurluk, uzun pantalon ve tam taaban ayakkabı giymekte olan genç Alman yürüyüşçü grubu ile t-shirt ve şort içerisindeki biz dışarıdan bakınca ilginç bir tezat oluşturuyor olmalıyız.
Scatta Minoia geçidi.
Lago di Vannino gölü.
Dağ evinden sonra geniş toprak yoldan aşağıdaki vadiye, Canza kasabasına iniliyor. Mavi patikanın bitiş noktası olan Riale ise vadinin sonunda. Daha zor olabileceği düşüncesiyle oldukça azalmış olan erzaklarımızı yeşil patika için İsviçre’ye geçmeden önce yenileyebilirsek iyi olacaktı (zor olmadı; bkz. yazının devamı) Via Alpina web sitesinden aldığımız notlar Riale’de bakkal olmadığını söylüyordu ama Google Maps’den arayınca vadinin biraz aşağısında Valdo kasabasında market gösterdi. Gidip gelmek yaklaşık iki saat alacaktı ama market kapanmadan yetişebiliyorduk ve sonrası için riski azaltmış olacaktık.
Şehir yaşantısından farklı olarak dağlık yerlerde zaman geçirdikçe öğrendiğiniz şeylerden birisi de Google Maps veya İnternet sitelerindeki bilgilere kesin güvenilemiyor oluşu. Aradığınız yer belirtilen konumda (veya var) olmayabiliyor, oradaysa belirtilen saatlerde açık olmayabiliyor vb. Canza kasabasında sorup marketin olduğunu teyit edince hızlıca yola düştük. Dondurma bulamasak da meyveli yoğurtlar uzatılan yolu unutturdu!
Riale'ye varmadan önce vadi sonundaki şelale.
Riale’ye tırmanırken vadinin sonunda karşınıza çıkan şelaleler sizi bitişe hazırlıyor. Yukarıdaki platoya ulaşıp kısa bir süre devam ettikten sonra akşam saat 19:30 civarında kasabaya vardık. Mavi patikanın ve günün son sürprizi ise Riale yazılı panonun önünde fotoğraf çekerken arkamızdan geçen asfalt kayakçısı oldu.
Bir yıl önce başlamış olsak da Akdeniz kıyısından, Monaco’dan, İtalya’nın kuzey ucuna, Riale’ye, kadar Alpleri batından geçmiştik. Ama etkinlik henüz bitmemişti!
Riale’de bivak noktamız kasabanın hemen ilerisinde ufak bir tepe üzerinde yer alan şapelin yanındaydı. Sabah esmeye başlayınca vakitlice yeşil patikanın başlangıç noktasına ulaşabilmek amacıyla erken kalkıp yola koyulduk. Bunun için yine Riale’den geçmekte olan Via Alpina’nın kırmızı patikasını takip etmemiz gerekiyordu. Kasabadan çıktıktan sonra Lago di Morasco baraj gölünün kıyısından dolaşıp İtalya ile İsviçre sınırı olan Griespass geçidine tırmandık (2479 m). Geçide yaklaştığımızda ve sonrasında hava oldukça sisliydi. Burada kırmızı patikayı parça parça geçmekte olan Polonyalı bir yürüyüşçü ve birkaç gündür onunla birlikte gidip destek olan arkadaşı ile karşılaştık. Önceki yıllarda Muggia’dan başlayıp, Monaco’ya doğru devam ediyordu. Yaklaşık iki haftadır rota üzerindeymiş.
Lago di Morasco gölünden yükselirken.
Griesspass geçidi.
Geçidin İsviçre tarafında inişe başladığımızda etraftan tam olarak çıkaramadığımız periyodik sesler gelmeye başladı. Sis biraz dağılınca rüzgar santralleri olduklarını gördük. Devasa boyutlarına rağmen yoğun siste görmeden yanlarından ve altlarından geçiyorsunuz. Daha sonra rahatlayan patikadan vadiyi takip edip saat 10:00 gibi Ulrichen kasabasına vardık. Kasabada hem büyükçe bir market vardı (yolu uzatıp Valdo’ya gitmemize gerek yokmuş) hem de tren yolu geçiyordu.
Hemen hemen herkesin bildiği üzere İsviçre’de biraz pahalı olmakla birlikte trenler oldukça dakik ve ülkenin farklı noktalarını birbirine bağlayan geniş bir ağ mevcut. Dolayısıyla buradan yeşil patikanın başlangıcına ulaşabilecektik. Asıl önemli soru ise hangi ucundan başlayacağımızdı. Mavi patikanın sonuna yaklaşmaya başladığımızda iki olası seçenek üzerinde de düşünmeye başlamıştık. Ulrichen’de mevcut tren ve otobüs seferlerini değerlendirince batı ucu daha mantıklı göründü. Hem oraya daha yakın bir noktadaydık, dolayısıyla öğleden sonra başlama şansımız olacaktı, hem de Lihtenştayn tarafından dönüşün en azından Almanya’ya da yakın olduğu için lojistik olarak daha kolay olacağını umuyorduk.
Griespass geçidinden sonra karşımıza çıkan rüzgar santralleri.
Kırmızı patikayı parça parça geçmekte olan Polonyalı yürüyüşçü ve destekçisi.
Bir saat sonra bizi Leuk şehrine götürecek trendeydik. Oradan da otobüsle kaplıcaları ile ünlü aynı zamanda da bir kayak merkezi olan Leukerbad kasabasına geçtik. Yeşil patikanın başlangıç noktası olan Lenk kasabası daha kuzeyde kalıyordu ve arada dağlar olduğu için bu taraftan (güneyden) toplu taşıma ile ulaşamıyorduk. Fakat Leukerbad’dan geçmekte olan kırmızı patikayı takip ederek (sabah Riale ile Ulrichen arasında olduğu gibi) başlangıcına yakın bir noktada yeşil patikaya bağlanmamız mümkündü. Alışınca biraz ek yürüyüş gözünüzü korkutmuyor.
Leukerbad dağlık bir vadinin sonunda yer alıyor ve etrafı yüksek sırtlarla çevrili. Haritaya göre kırmızı patika kasabanın merkezinden kuzeye doğru gidiyordu ama o tarafa baktığınızda sadece dik duvarlar ve onların üzerindeki bir noktaya doğru uzanan teleferik hattını görüyorsunuz. Herhalde bir hata olmalı diye düşünüyor insan ama görünüş elbette biraz aldatıcı. Doğal olarak dik olmakla birlikte, duvarların yanından kıvrılarak yükselen oldukça rahat ve iyi düzenlenmiş (ve en azından iniş yönünde kalabalık) bir patika sizi bekliyor.
Leukerbad'dan patikanın gittiği yöne bakınca dik duvarlar geçit vermez görünüyor.
Yaklaşınca öyle olmadığını anlıyorsunuz.
Tırmanışın sonunda teleferik istasyonu ve büyükçe bir dağ evinin olduğu Gemmipass geçidine ulaştık. Normalde yeşil patikanın parçası olmayan bu etap farklı ve güzeldi. Yüksek zirvelerle çevrili platoda Daubensee gölü yer alıyor. Adelboden kasabasına ulaşabilmek için önce Rote Chumme (2618 m.) ve ardından da Chindbettipass (2623 m.) geçitlerini aştık. Böylece Valais kantonundan Bern kantonuna geçmiş oluyorsunuz. Özellikle iki geçit arasında patika yüksek dağlarda olduğunuz hissini verecek şekilde ıssız, taşlık ve kayalık.
İnişin ilk kısmını tamamladığımızda yaklaşık 2000 m. irtifadaki Engstligenalp platosuna vardık. Sisler arasında beliren ve oldukça geniş bir alanı kaplayan düzlük beklenmedik bir sürprizdi. Devamında batı İsviçre Alplerinin boyut olarak en etkileyici şelalesinden birisi olan Engstligenfalle’nin yanından geçiyorsunuz. Artık hava kararıyordu ve şelale aşağıdan spot ışıklarla aydınlatılmıştı. Gece kasabaya varmadan yukarısında bir noktada bivak yaptık.
Rote Chumme geçidinin manzarası.
Chindbettipass geçidi.
24 Ağustos pazartesi günü sabah yine hava aydınlanmadan erken bir saatte yoldaydık. Patika Adelboden kasabasının merkezine girmeden teğet geçiyor; Simplon Dorf’a benzer şekilde insanlar henüz uyanmamıştı, sadece o saatte nereden geldiğini anlayamadığımız bir bisikletli hızlıca yanımızdan geçip aşağı doğru gözden kayboldu. Saat 8:30 gibi Bunderschrinde geçidine tırmanmıştık (2385 m). Öncesinde geçtiğimiz bir dağ evinin yanında patika üzerinde içerisinde içecekler (ev yapımı alkollü şurup) ve yiyecekler (yoğurt ve peynir) olan soğutuculu bir dolap karşımıza çıktı. İstediklerinizden alıyor ve yine dolabın içerisindeki kumbaraya ücretini bırakıyorsunuz. Diğer ülkelerde pek rastlamadık ama İsviçre’deki patikalarda görece yaygın bir uygulama. Yaylalarda ve patikaların geçtiği ufak köylerde yerel halk ürünlerini bu şekilde satabiliyor. Karşılıklı güvenin güzel bir örneği.
Geçitten bir yan vadideki Kandersteg kasabasına indik. Henüz öğlen olmamıştı ama markette taze ekmek ve peynir bulunca, yanında ton balığı ve gazozla güzel bir öğle yemeği fırsatını kaçırmadık. Tatlı olarak da meyveli yoğurt! Daha önce de belirttiğimiz gibi beklentilerimizin tersine yeşil patikada alışveriş sorun olmadı, geçilen kasabalarda genelde market mevcut.
Dolap bakkal!
Oeschinensee gölü.
Kandersteg kasabasından sonra uzunca bir tırmanış etabı başladı. Önce geniş bir yoldan Oeschinensee gölüne ulaştık. Etrafı yüksek duvarlar ile çevrili turkuaz renkli göl harika bir manzaraya sahip. Dolayısıyla haftanın ilk günü olmasına rağmen oldukça kalabalıktı, hafta sonu yoğunluğunu hayal etmek güç. Gölün üzerinde kayıkla gezmek mümkün, kıyısında da piknik alanları bulunuyor. Özellikle kenarında odunların yığılı olduğu mangal yerleriyle patika boyunca farklı noktalarda karşılaştık. İsviçre’de popüler, hatta akıllı telefonlar için yerlerini ve özelliklerini gösteren uygulamalar varmış. Hepsi korunaklı değil ama bivak yapmak için uygun olabilirler. Bizim kullanmamız gerekmedi.
Gölden sonra tekrar patikaya giriyor ve Blüemlisalpgletscher ile Gamchiglatscher buzullarının eşliğinde Hohtürli geçidine (2778 m.) tırmanıyorsunuz. Blümlisalphütte dağ evi geçidin biraz daha yukarısında. Patika aşağı devam ediyor ama bu kadar yakınındayden uğramadan geçmek istemedik. Ek eforun karşılığı olarak geçidin bir tarafından diğer tarafına bulutların geçişine izin vermeyen keskin sırt hattını fotoğraf karesinde yakalama şansımız oldu! Dik bir kulvarın içerisindeki iniş patikası yüzlerce metre devam eden tahta basamaklar ile döşeliydi. İsviçre konforu! Akşam üzeri vadinin sonundaki Griesalp köyüne varıp geceyi orada geçirdik.
Vadiden aşağı bakış.
Blüemlisalpgletscher ile Gamchiglatscher buzulları.
Blümlisalphütte dağ evinden Hohtürli geçidi.
Geçidin inişindeki merdivenli etap.
Sefinenfurgge (2612 m.) 25 Ağustos salı gününün ilk geçidiydi. Yine hava aydınlanmadan erken bir saatte yola çıkmıştık. Yalnız değilmişiz, arada arkamızdan gelmekte olan iki kafa fenerinin zayıf ışıklarını görebiliyorduk. Tırmanışın son kısmında bir gün önceki Hohtürli geçidine benzer şekilde ama çok daha kısa tahta merdivenler vardı. Geçidi aşınca karşımızda karlı dağlar belirdi. Yeşil patika bugün bizi Eiger dağının eteklerine götürecekti. Vadiden aynı zamanda bir kayak merkezi olan Mürren kasabasına inerken Jungfrau (4158 m.), Mönch (4110 m.) ve Eiger (3967 m.) üçlüsü ileride beliriyor. İsviçre’deki turistik dağ kasabalarının bir kısmı araç trafiğine kapalı. Mürren kasabası da bunlardan birisiymiş. Aşağıdan tren veya teleferik ile ulaşılabiliyor. Kasabanın girişindeki teleferik istasyonunda hem temizlenme hem de cep telefonlarını şarj etme olanağı bulduk.
Sefinenfurgge geçidine tırmanırken.
Jungfrau, Mönch ve Eiger zirveleri.
Vadi tabanındaki Lauterbrunnen kentine inmenin kolay yolu elbette trene atlamak, bizim gibi patikadan devam edince biraz daha vakit alıyor. Lauterbrunnen görece büyük bir kent ve tren garı var. İndiğimizde öğle vakti olmuştu. Bu sefer marketten krokanlı müsli ve süt aldık. Bir kutu kısa sürede bitti. Sonrasında tren yolunun altından geçen tünelden (tren garında patika işaretleri görmek biraz garip) vadinin diğer tarafına geçip doğu yamacında yer alan Mengen kasabasına tırmandık.
Mengen’e daha önce 2015 yılında da gelmiştik, daha doğrusu geçmiştik. O yıl Grindelwald bölgesinde düzenlenen Eiger Ultra Trail’e katılmış ve 101 kilometrelik E101 parkurunu koşmuştuk. İstasyon noktalarından birisi Mengen’deydi. Mürren’e benzer şekilde Mengen kasabası da taşıt trafiğine kapalı.
Tırmanış burada bitmiyor ve tren hattına paralel geniş toprak yoldan Kleine Scheidegg geçidine yükselmeye devam ediyorsunuz.
Lauterbrunner'de patika tren garından geçiyor.
Eiger kuzey duvarı.
2061 m. irtifadaki geçit Eiger’in hemen dibinde. Tren istasyonu ve oteller bulunan oldukça turistik bir yer. Avrupa’nın trenle ulaşılabilen en yüksek noktası olan ve Jungfrau ile Mönch zirveleri arasındaki sırt hattında bulunan Jungfraujoch’a (3454 m.) giden tren de buradan kalkıyor. 1912 yılında açılmış olan tren hattı Eiger ve Mönch dağlarının içerisindeki tünellerden geçiyor. İlginç bir deneyim olsa gerek ama bir uç nokta olmasına rağmen dağ turizminin Alplerde (yakın olmayan bir zamanda, yaklaşık 100 yıl önce) geldiği noktayı göstermesi açısından ilginç.
Kleine Scheidegg’den yine geniş toprak yoldan Grindelwald şehrine iniliyor. Eiger kuzey duvarı yakından oldukça etkileyici.
Grindelwald şehir merkezine vardığımızda saat 17:00 olmak üzereydi. Kısa bir moladan sonra (coca cola ve cips!) bu sefer küçük değil büyük Grosse Scheidegg geçidine (1961 m.) devam ettik. Patika burada temel olarak Eiger Ultra Trail rotasının başlangıç kısmı ile aynı. Eğer arada arkanıza bakarsanız, karşıdan Eiger’in oldukça güzel manzarasını görebiliyorsunuz.
Kleine Scheidegg’in tersine Grosse Scheidegg oldukça tenha ve sessiz bir yer. İnişin başında yüksek dağlar size eşlik etmeye devam ediyor sonra geride bırakıyorsunuz. Hava karardıktan sonra da devam edip gece Zwirgi kasabasına vardık ve bivak yaptık.
"Küçük" kardeşinden farklı olarak Grosse Scheidegg geçidi oldukça tenha.
Manzarası ise güzel!
“Reichenbach” şelalesi, eğer Sir Arthur Conan Doyle’un Son Vaka (The Final Problem) isimli kısa hikayesini okuduysanız belki tanıdık gelmiş olabilir. Hikayenin sonunda ünlü dedektif Sherlock Holmes ile azılı düşmanı Profesör Moriarty Reichenbach şelalesinde karşı karşıya gelirler ve dövüşün sonunda şelaleden düşerek sularında kaybolurlar. Şelale Zwirgi kasabasının hemen aşağısında ve ertesi gün sabah erken saatte yanından geçtik! Patika daha sonra vadi tabanındaki Meiringen şehrine iniyor. Tahmin edebileceğiniz üzere Sherlock Holmes etkisi fazlasıyla hissediliyor. Sherlock Holmes kulübünün önünden ve hikayelerinden ipuçları barındıran parkından geçtik (müzesi de var). Eğer mutfakla aranız iyiyse, isim benzerliğinden anlamış olabilirsiniz Meiringen aynı zamanda Merengli tart ve bezenin de doğum yeri olarak biliniyor.
Meiringen kasabası Sherlock Holmes ile özdeşleşmiş.
Parkta yan yana oturabiliyorsunuz!
Meiringen kasabasından sonra yine uzun bir tırmanışlar dizisi bizi bekliyordu. Önce teleferik hattını takip ederek Planplatten’e tırmandık (2245 m.), sonra dar patikadan sırt hattını takip ederek aşağıdaki vadiyi yan geçtik. Yaklaşık 1900 - 2000 metre irtifada yer alan Tannensee ve Engstlensee göllerinin yanından dolaşıp Jochpass geçidine ulaştık (2222 m.). Burası aynı zamanda Bern kantonunun sınırı. Etap boyunca etraftaki karlı dağların manzarası oldukça güzeldi. Geçitten yanında bir kayak merkezi olan Triebsee gölüne indik, oradan da aşağısındaki Engelberg şehrine. Marketten erzaklarımızı yenileyip bir şeyler atıştırdıktan sonra fazla kalmadan devam ettik.
Planplatten'den sonraki sırt hattı.
Engstlensee gölü.
Engelberg şehrinden çıktıktan sonra patika bir süre vadi tabanından ilerliyor ve dönerek yan vadiye gidiyor. Sonrasında vadi içerisinde yükselmeye başlıyorsunuz. 1773 m. irtifadaki Blackenalp yaylasına yaklaştığımızda akşam olmak üzereydi ve gökyüzü gri bulutlarla kaplanmıştı. Yaylada birisi dağ evi olmak üzere iki bina bir de girişinde ufak bir şapel vardı. Yağmura yakalanmadan önce şapelin yanında korunaklı bir yer bulunca oldukça sevinmiştik ama bu sevincimiz uzun sürmedi. Tam bivak yapmaya hazırlanırken, dağ evinden şapelin çanlarını (muhtemelen o gün için son kez) çalmak için gelen bir kadın gönüllü nazikçe orada kalmamızın uygun olmadığını ama ilerideki Surenenpass geçidinde (2291 m.) bir bivak kabini olduğu söyledi. Biz de hızlıca tekrar toparlanıp geçidin yolunu tuttuk. Hava artık kararmıştı ama şansımıza yağmur yağmıyordu.
Geçitte günün son sürprizi olarak biraz “dumanlı”(!) bir kabin bizi bekliyordu! Bizden önce gelmiş ve Bern tarafına doğru gitmekte olan iki genç yürüyüşçü de o gece kabinde kalmaktaydılar. Sohbet sonrası (mangal yerlerini gösteren uygulama olduğunu onlardan öğrendik; patika ve hafta sonu beklenen kötü hava hakkında konuştuk) gecikmiş akşam yemeğimizi yedik ve sıcak ve dumanlı ortamında etkisiyle olsa gerek kısa sürede uykuya daldık.
Stand teleferik istasyonundan Engelberg'e iniş.
Blackenalp yaylası yolun sonunda.
27 Ağustos sabahı saat 5:00 gibi kabin arkadaşlarımızı uyandırmadan sessiz bir şekilde bivak yerinden ayrılıp yola koyulduk. Geçitten Dört Kanton Gölü’ne yakın bir noktada yer alan Altdorf şehrine iniliyor. Herhangi bir ihtiyacımız olmadığı için merkezine gitmemiz gerekmedi, dışından patikayı takip ettik ve Bürglen kasabasına vardık. İsim muhtemelen bir anlam ifade etmeyecektir ama çocuk, elma ve ok dersek sanırız yeterli ipucu olur. Ünlü hikaye ve efsanedeki Giyom Tell’in 13. yüzyılda ve 14. yüzyılın başlarında bu kasabada yaşadığı iddia ediliyor(muş; biz de geçerken heykelindeki yazıdan öğrendik, Sherlock Holmes’dan sonra diğer bir güzel sürpriz oldu).
"Dumanlı" Surenenpass bivak kabininden erken saatte çıkınca gün doğumunu yakaladık.
Bürglen'li Giyom Tell.
Öğleden sonraya kadar günün geri kısmında, Klausenpass geçidinde (1948 m.) sonlanan ve az eğimde yavaş yavaş yükselen uzun bir vadi tırmanışı yaptık. Patikanın bu kısmında artık yüksek dağlar yok ama ufak köylerden ve onların arasındaki yeşil yaylalardan geçiliyor. Karşılaştığımız ters yönden gelen ve yeşil patikayı geçmekte olan iki yürüyüşçü ile kısa sohbet esnasında Lihtenştayn’ın başkenti olan Vaduz’da turizm ofisinin yanında Via Alpina’nın başlangıcını gösteren bir tabela olduğunu öğrendik. İdeal bir hedef noktası! Herkes hafta sonu gelecek kötü havadan haberdardı. Klausenpass’dan karayolu geçiyor, dolayısıyla motosikletçiler için popüler bir mekan (bunu da geçerken gördük). Geçitten indikten sonra vadi içerisinde akmakta olan nehri takip ederek akşam üzeri 18:00 gibi Linthal kasabasına vardık.
Bürglen ve Klausenpass geçidi arasındaki etap uzun ama az eğimli.
Klausenpass geçidi.
Akşam yemeği olan sandviçlerimizi açık bulduğumuz marketten aldığımız meyve suyu ile birlikte yerken yine önemli bir karar vermemiz gerekiyordu. Yeşil patikanın sonuna oldukça yaklaşmıştık ama hala önümüzde 1.5 - 2 günlük bir yol vardı. Hava durumu tahminleri bölgede sağanak yağmurun cuma günü (ertesi gün) öğleden sonra başlayacağını gösteriyordu. Kötü hava önceki tahminlere göre biraz daha erken bir zamana kaymıştı. Normal bir şekilde devam edersek (Linthal kasabasında veya yakınında geceyi geçirerek) kötü havaya denk gelme olasılığı oldukça yüksekti (hatta kesindi diyebiliriz). Alternatif olarak uyumadan gece de devam edersek öncesinde Lihtenştayn’a varma şansımız olabilecekti. Patikanın bir sonraki kasaba olan Elm’e kadar olan kısmını gece karanlığında görememiş olacaktık (kasabanın adı manidar). Kabul edilebilir bir tavizdi ve devam etmeye karar verdik.
Ay ışığında gece saat 22:30 civarında Richetlipass (2260 m.) geçidine vardık. Öncesinde hava kararırken yükseldiğimiz vadide kırmızı gökyüzü güzel bir manzara sunmuştu. Elm kasabasına indiğimizde saat 2:30 olmuştu. Burada yanından geçtiğimiz üç tarafı kapalı boş bir garajda kısa süre uyuduktan sonra hava aydınlanmadan tekrar yola koyulduk. Patika bizi 2223 m. irtifadaki Foopass geçidine çıkardı. Oradan önce yine aynı isimli yaylaya ardından da vadi içerisinde akan nehri takip ederek öğleden önce Weisstannen kasabasına indik.
Richetlipass geçidine gece tırmandık.
Sabah Foopass geçidindeydik.
Sabah oldukça açık olan gökyüzünde yavaştan bulutlar toplanmaya başlamıştı. Eğer kolay yolu tercih ederseniz Weisstannen’den belediye otobüsüyle Lihtenştayn sınırında yer alan Sargans şehrine kısa sürede ulaşabiliyorsunuz. Biz kolay olmayan yolu tercih ettik :-) Patikayı takip ederek saat 15:00 gibi şehre vardığımızda yağmur başlamıştı. Marketten aldığımız yiyecekleri korunaklı bir yerde atıştırırken aynı zamanda kısıtlı olan konaklama ve ulaşım seçeneklerini gözden geçirme şansımız oldu. Eğer hızlı hareket edebilirsek ve her şey yolunda giderse, Vaduz’da Via Alpina’nın başlangıç noktasına ulaştıktan sonra otobüsle Sargans’a geri dönüp trenle Zurich şehrine geçebiliyor ve gece otobüsleriyle de Fransa ve Hollanda’ya geri dönebiliyorduk (dağda ulaşım zor; yaşasın İsviçre tren yolları ve Flixbus!). Yağmurun pek hafiflemek gibi bir niyeti yoktu ama çok yoğun yağdığı da söylenemezdi. Pançolarımızı üzerimize geçirdik ve artık içerisinde yiyecek olmadığı için hafiflemiş olan çantalarımız sayesinde koşarak Sargans ve Vaduz arasındaki etabı tamamladık.
Islandık mı, evet, biraz zorlandık mı, evet, peki vaktinde varabildik mi, ona da evet! Vaduz kent merkezi sağanak yağmur altında ıssız ve etraftaki yerler de kapalı olduğu için biraz aramamız gerekti ama 28 Ağustos 2020 cuma günü saat 18:25’de turizm ofisinin yanında ve panonun altındaydık (ofis ise o saate kapalıymış). Şans eseri oradan geçmekte olan bir çift sayesinde fotoğrafımız da oldu. Kısa bir para çekme macerasından sonra (belediye otobüsü için nakit İsviçre Frangı gerekiyordu) planın geri kalanı problemsiz olarak işledi. 18:30'da kalkan belediye otobüsü tren garından geçiyordu. Orada da otobüsler kalkmadan önce Zurich’e varmamızı sağlayacak treni yakaladık. Zurich’e vardıktan yarım saat sonra Sertan Paris otobüsüne binmişti bile, Serkan’ın otobüsü ise ondan biraz sonraydı...
Sarı ve mavi patikalardan sonra Via Alpina’nın yeşil patikasını da tamamlamıştık!
Via Alpina patikalarını takip ederek Alpleri koşarak geçme projemizi tamamlamak için geriye sadece kırmızı patika kaldı. 2600 kilometreden uzun ve 138 bin metreden fazla tırmanış içeriyor. Alpleri bir ucundan diğer ucuna geçen bu patikayı eğer izinlerimizi ayarlayabilirsek umarız tek seferde kesintisiz olarak koşmayı planlıyoruz. Koşullara bağlı olmakla birlikte 45-50 gün içerisinde bitirmek mümkün. Diğer patikalardaki deneyimimiz, bize o kadar uzun bir süre sürekli bivak yapmanın zor olacağını söylüyor. Dolayısıyla muhtemelen dağ evlerinde ve diğer konaklama yerlerinde daha fazla kalmamız ve taşıdığımız yükü hafifletmek için yemek olanaklarından daha fazla yararlanmamız gerekecek. Destek olmak isterseniz bizimle iletişime geçebilirsiniz!
İnsan biraz da doğası gereği genelde ya daha önce yaptıklarından “farklı” ya da benzer ise bir adım ötesinde daha “zorlu” şeyleri hedefliyor, hayalini kuruyor. Bu iki kelime tırnak içerisinde çünkü tanımları ve kapsamları, en azından bizim için, biraz öznel ve bağlamsal, sadece kağıt (veya ekran) üzerinde yazanlara değil gerçekleştirilen koşullara da bağlı. Biraz araştırdığınızda, ülkemiz de dahil olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde Via Alpina benzeri diğer uzun patikaların bilgilerine ulaşabiliyorsunuz. Bunun için Wikipedia sayfasına bakmak yeterli. Bunlar arasından bir tanesinin gerek teknik özellikleri gerekse de geçtiği coğrafya açısından bizim oldukça ilgimizi çektiğini söyleyebiliriz. Kısaltması GHT, uzun adı ise “Great Himalaya Trail”.
Great Himalaya Trail, dünyanın çatısı olan Nepali doğu-batı yönünde geçiyor. Yüksek ve alçak rota olmak üzere iki varyantı var. Dağ (yüksek) ve kültür (alçak) rotası olarak da adlandırılıyorlar. 14 sekizbinlik zirveden birisi olan Kanchenjunga ana kampından başlayan ve Humla’da sonlanan 1700 km uzunluğundaki yüksek rota adından da anlaşılabileceği üzere yükseklerden, 5000-5500 metre irtifa üzerindeki karlı geçitlerden geçiyor. En yüksek noktası 6135 metre irtifadaki Sherpani geçidi. Genelde, özellikle destek almıyorsanız, teknik malzeme gereksinimi ve zorluk sebebiyle yüksek geçitlerin bir kısmı atlanabiliyor. Örneğin, ünlü İngiliz kadın koşucu Lizzy Hawker’ın referans rotası o şekilde. Yüksek rota Nepal’deki diğer sekizbinlikler olan Makalu, Everest, Manaslu ve Annapurna zirvelerinin yakınlarından ve Dolpa bölgesinden geçiyor. Belirli etapları izne tabi. Alçak rota ise benzer bölgelerde başlayıp bitmekle birlikte yüksek rotanın daha güneyinde bir hat takip ediyor. En yüksek noktası 4519 metre irtifadaki Jang La geçidi, ortalama yükseklik ise 2000 metre civarında. Uzunluğu ise 1500 kilometre. Her açıdan “zorlu” ama nefes kesici bir parkur, özellikle yüksek rota!
Şimdilik aklımızın bir köşesinde filizlenen bir proje olarak duruyor, bakalım gelecek ne gösterecek. Düşünmesi bile keyifli diyebiliriz!
Sertan:
Şöyle birşey varmış abicim:
https://en.wikipedia.org/wiki/Great_Himalaya_Trail
Serkan:
Vay, iyiymiş abicim bu ama biraz uzun :-) Baya bir vakit ister!