Bu yazı 2018 yılında Tor des Geants koşusundan sonra yazılmıştı. Serkan üçüncü Sertan ise dördüncü kez koştular. Col Loson tırmanışında ayrılıp rotanın geri kalanını ayrı koştuğumuz için yarışı Sertan'ın gözünden anlatıyor. Serkan da kendi deneyimini anlatacaktı ama yaz(a)madı. Üzerinden oldukça zaman geçtiği için artık detayları hatırlaması ve yazması da zor görünüyor :-)
İyi okumalar!
“Tor des geants 2018 100h inside” 103.5 saatte bitiren Jean-François Bombenger’nin farklı etapları gösteren videosu.
2017 ve 2018 sürelerimizi karşılaştıran tablo.
Önceki seferlerden farklı olarak bu defa (2018 yılında) sadece bir gün önceden, Cumartesi günü Courmayeur’e geldik. Genelde iki gün önce Cuma öğleden sonra veya akşam üstü geliyoruz. Courmayeur’ün hemen aşağısında yer alan Palleusieux’de geçen sene (2017) yarış sonrası bir gece kaldığımız yerde kaldık (araba olmasının rahatlığı ama durak var ve merkeze otobüs ile ulaşmak mümkün). Geceliği 75 Euro idi. Eşyaları bıraktıktan sonra saat 18:30-19:00 gibi kayıt olmaya gittik. Burada bu sene Tor'u koşacak Servet (Çataltepe) ile buluştuk. Uzun otobüs yolculukları ile Courmayeur’e sabah gelmiş ve kaydını tamamlamıştı. Geçen sene UTMB’de karşılaşmış ve Tor öncesinde yazışmıştık ama ilk defa daha yakından tanışma şansı oldu. Her zaman olduğu gibi kayıtta sıra vardı ama çok uzun değildi :-) Kayıt işlemleri saat 20:00 gibi bitti. Geleneksel sarı çantalar yerine bu sene biraz daha ufak olan siyah çantalar verdiler. Teknik toplantı ve makarna partisi bu saatte başlıyor ama biz kalmadık ve eve döndük. Akşam yemeği yedik, kısaca rota hakkında konuştuk, çantaları hazırladık ve sonrasında saat 23:00 gibi yattık. Yarış artık Pazar günü saat 10:00 yerine 12:00’de başlıyor. Dolayısıyla, dinlenmek için daha fazla vakit var. Sertan rahat uyudu, Serkan ise pek uyuyamamış.
Sabah duş ve kahvaltıdan sonra arabayı park edebilmek için görece erken bir saatte, 9:30 gibi, Courmayeur’e gittik. Park yeri konusunda şanslıydık, pek aramamıza gerek kalmadı ama hemen hemen her yer dolmuştu. Ara çantaları teslim edip başlangıç alanına gittik. Ara çantalarda yedek ayakkabı, giyecek (kaz tüyü ceket dahil; bu sene zorunlu değildi), yedek pil ve harici batarya (telefon için), yiyecekler ve duş malzemeleri (temel olarak havlu) vardı. Snickers barlar haricinde yiyeceklerin büyük bir kısmını tüketmediğimizi söyleyebilirim. Sertan’da müsli de vardı ve güzel oldu. Gelecek sefer (olursa eğer) ikimize de koyabiliriz. Ana istasyonlarda süt var (çantada da vardı, açılmadan döndü).
Başlangıç alanında sıra geçen seneye göre oldukça kısaydı ve ortam kaotik değildi. Girişte rastgele malzeme kontrolü yapıyorlardı (iki dağ rehberi) ama bize denk gelmedi (geçen sene denk gelmişti). GPS’leri açmadılar, alana girince biz kendimiz aktif hale getirdik. Aslında mümkün olduğunca ileri taraftan başlamayı planlıyorduk ama girişte koşuya İngiltere’den katılan daha önce yine UTMB’de tanıştığımız Osman Kömürcü ile karşılaştık. O arka tarafta gölgede oturmayı tercih ediyordu, onunla kalınca ileri doğru gidemedik. Başlangıç alanına girdikten sonra tuvalet için geri çıkılabiliyor (bariyerlerin üzerinden atlayıp). Hava oldukça iyiydi (sıcak olacağını tahmin edebiliyorduk), tahminler de genelde iyi devam edeceği yönündeydi.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi başlangıçta geride kaldık. Kalabalıktan dolayı kasaba içerisinde, özellikle en başta, büyük oranda yürümek gerekiyor, asfalt yola çıkınca biraz koşarak açığı kapatmaya çalıştık. Yine de patika ve tırmanış başladığında tren oluşmuştu ve normal tempomuzdan daha yavaş ilerledik. Çok kritik değil ama 15-20 dakika kadar fark etmiş olmalı.
Koşunun bu bölümünde birlikteydik. Serkan dizinden dolayı inişlerde biraz yavaştı (Serkan 2016 yılının sonunda kopmuş olan diz çapraz bağlarından ameliyat oldu; sonrasında iyileşme dönemi uzun sürdü ve daha temkinli koşmaya başladı). Sertan arada önden inip Serkan’ı bekledi ama aradaki fark genelde fazla değildi ve 5 dakikayı geçmiyordu. Col Alp çıkışını rahat bir tempoda yaptık. İniş önceki seferlere göre rahat oldu. Su toplaması olmadı (2017 yılında yarışın hemen başındaki bu inişte su toplaması olmuştu). Bu inişte ve sonrasındaki yokuş aşağı asfalt etabında bizi geçenler oldu ama fazla sayıda değillerdi. Tırmanışta tanıdık bir yüz olan Stephanie (Case)’yi geçtik, inişte o bizi geçti :-) İlk ana istasyon olan Valgrisenche’e kadar birkaç kez tekrarlandı bu durum, ama sonrasında onu görmedik (98:17’de kadınlarda 4. sırada bitirdi; yarış raporu burada). Muhtemelen hava yakın zamanda da sıcak olduğu için parkur genel olarak oldukça tozluydu. Özellikle (kalabalık) bir grubun arkasında giderken oldukça fazla toz yutuluyor. İlk kasaba olan La Thuile’e saat 15:15’de varmışız; Serkan biraz arkadan geldi. Her zamanki gibi burada hızlıca bir şeyler atıştırıp zaman kaybetmeden devam ettik.
La Joux’ya kadar olan görece düz etabı (geniş yol ve patika) önceki seferlere göre daha iyi geçtiğimizi söyleyebiliriz. Arada koştuk. Hava sıcaktı. Deffeyes dağ evinin çıkışının son kısımlarında Serkan biraz geride kaldı. Yaklaşık saat 17:30’da varmışız. Burada da hızlıca bir şeyler yedik, içtik ve devam ettik. Passo Alto geçidine tırmanış çok uzun değil ama her seferinde farklı geliyor :-) Son kısmı dik. İnişi kayalık ve teknik. Bu sefer önden yavaş inen bir koşucu vardı ve grup oluşmuştu. Geçme şansı pek yok, dolayısıyla kayalık etabın sonuna kadar rahat bir tempoda indik. Serkan ile aramız da açılmamış oldu. İnişin sonunda Promoud istasyonunda güzel sebze çorbası vardı (sanırım bu seneki en güzel çorba buydu). Col Crosatie geçidinin çıkışını ve inişini güzel bir tempoda yaptık. Geçide ulaştığımızda hava artık kararmıştı. İnişte gölü geçtikten sonra (ilk Tor öncesinde parkurun ilk kısmını antrenman amaçlı olarak geçtiğimizde bivak yaptığımız yıkık yayla evlerin olduğu yerde) kafa fenerlerinin pilini değiştirdik. Planaval kasabasına iniş ve sonrasında Valgrisenche ana istasyonuna kadar olan görece düz etabı da Serkan’ın verdiği tempo ile güzel bir sürede geçtik. Valgrisenche ana istasyonu geçen sene kasabadan sonra yukarıda idi (baraj setinden geçmiştik). Bu sene yine kasabanın içerisine almışlar. Saat 23:00’de varmışız. Sertan geçen sene yaklaşık 1.5 saat önce gelmiş. Hızlıca bir şeyler yedikten sonra devam ettik (24 dakika kalmışız).
Valgrisenche’den sonra Tor’un ilk yarısındaki her seferinde artan irtifada üç zorlu geçitten geçiliyor. Col Fenetre, Col Entrelor ve Col Loson. Bu kısımda yavaş yavaş Sertan’ın mide problemleri başladı. Yarışın ilk gününde oldukça fazla sayıda koşucu benzer problem yaşamış (hava sıcak olunca soğuk su ve benzeri nedenlerle mide daha kolay üşütülüyor). Col Fenetre geçidine tırmanışının ilk kısmı orman içerisinde ama dikçe. Daha sonra yan geçiş yapılıyor ve Chalet de l’Epee dağ evine varılıyor. Burada daha önceden tanıdığımız dağ evinin sahibi ile karşılaştık ve kısaca muhabbet ettik (Serkan antrenman için geçtiğinde bir gece kalmıştı). Sertan sıcak süt içti.
Dağ evinden sonra vadinin sol tarafına geçiyor ve geçide doğru tırmanışa devam ediyorsunuz. Çıkış çok zorlu değil ama iniş oldukça dik. Tor’un en dik inişlerinden birisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Burada bizi geçen gruplar oldu. Özellikle dik etap bitip vadinin sol tarafında geçtikten sonra. Geçen seneden Sertan bu kısmın biraz uzunca sürdüğünü hatırlıyordu ve hazırlıklıydık (aslında çok da uzun sürmedi bu sefer). Rhemes istasyonunda yine vakit harcamadık, bir şeyler içtikten sonra devam ettik (saat 3:43’de varmışız).
Col Fenetre’den farklı olarak Col Entrelor tırmanışı özellikle son kısmında biraz zorlu oldu. İlk kısmı yine orman içerisinde ve haç ile işaretli vadi girişine kadar rahat bir şekilde tırmanılıyor. Sol taraftan yükseldiğiniz vadinin içerisinde de zorlanmıyorsunuz ama son kısım oldukça dik ve git git bitmedi. Geçen seneden Sertan düz dik tırmanılan kısmı hatırlıyordu ama bu kadar uzun şekilde değil. 2015’de kar fırtınası altında geçtiğimizde daha kolay olmuştu sanki :-) Tırmanışın bu son kısmında aramızdaki mesafe biraz açıldı. Sertan pek bir şey çıkmamasına rağmen kustu (ve rahatladı). Geçidi geçtikten sonra diğer tarafta bir güvenlik istasyonu var. Sertan buraya önce varıp Serkan’ı bekledi (sıcak çay vardı). Arada istasyona gelen ve devam eden koşucular oldu. Serkan da gelince daha yavaş indiği ve Sertan’ın soğumasını istemediği için Sertan’ın devam etmesini istedi. Eaux Rousses istasyonunda yeniden buluştuk. Bu arada hava aydınlanmıştı. Aramızdaki zaman farkı 15 dakikayı geçmedi (Sertan 08:37’de, Serkan ise 8:53’de varmış). Geçit ve Eaux Rousses arasındaki iniş oldukça uzun. Önce göllere iniyor, ardından yan geçiş yapıp hayvan çiftliklerine geliyor, oradan da ormana girip zigzaglar çizerek vadi tabanına varıyorsunuz. Eaux Rousses istasyonunda da fazla zaman geçirmeden Serkan gelince bir şeyler atıştırıp devam ettik.
Tor’un en yüksek geçidi olan Col Loson tırmanışı üç etaplı. Önce orman içerisinde zigzaglar çizerek ana vadiyi dik kesen yan vadinin girişine ulaşıyorsunuz. Burada park bekçilerinin kulübesi ve çeşme var. Serkan tuvalet molası verdi (alafranga tuvalet var; ufak bir detay gibi gelebilir ama dağ evlerinde ve bazı ana istasyonlarda tuvaletler alaturka; özellikle ilerleyen zamanlarda alafranga tuvaleti kullanmak daha kolay oluyor). Sonra dereyi takip ederek vadiden yükselip su toplama binasına geliyor ve köprüden karşıya geçiyorsunuz. Ardında da geniş zigzaglar ile açık alanda asıl tırmanış başlıyor. Bu kısıma kadar beraber ilerledik. Son etabın başlarında da birlikteydik ama sonrasında Serkan yavaşlamaya başladı (hava da ısınmaya). Bizi geçen gruplar oldu. Geçidin altındaki kayalık etaba yaklaşırken, Serkan hızlı ilerleyemediğini, biraz dinlenmesi gerektiğini, geçidin diğer tarafında bulunan Sella dağ evinde uyuyup muhtemelen Cogne’da koşuyu bırakacağını söyleyerek Sertan’dan devam etmesini istedi. Normalde birlikte devam ederdik ama Serkan biraz kararlı görünüyordu, diz durumunu da dikkate alınca Cogne’da yeniden durumu değerlendirmesi, karşılığında da Sertan’ın 100 saate mümkün olduğunca yaklaşması konusunda anlaşıp ayrıldık. Bu noktada koşunun başlamasının üzerinden yaklaşık olarak bir gün geçmişti.
Serkan’dan ayrıldıktan sonra hızlı bir tempoda devam edip geçide tırmandım. İniş çok hızlı olmadı (özellikle patikanın düzleştiği ve genişlediği kısımdan sonra) ama yavaş da değildi. Sella dağ evinde kendimi ıslatıp (önünde çeşme var) durmadan devam ettim (saat 14:21’de varmışım; Serkan 15:34’de gelmiş). İlk hedef ikinci ana istasyon olan Cogne’da ara çantadaki müsliden yemek (midemin kabul edeceğini düşünüyordum), masaj alıp yeniden dahat koşabilecek duruma gelmekti. Geçen seneden hatırladığım için iniş rahat ve görece çabuk geçti. Bu sefer tilki görmedim, sadece yürüyüşçüler ve ters yönde tırmanan ünlü Fransız kadın koşucu Nathalie Mauclair vardı :-) Serkan da başka yerlerde kendisi ile karşılaşmış. Gelecek sene (2019) katılmayı planlıyor olabilir! Asfalta indikten sonra yine pek koşamadım ama makul bir hızda devam ettim. Sanırım geçen olmamıştır veya az sayıda olmuştur (geçitten hemen sonra). Asfalttan patikaya girilen noktada yolun karşı tarafında bir ceylanla karşılaştım. Yolun bu tarafına geçmeye çalışıyordu ama geçen araçlardan dolayı biraz korkmuştu sanırım. Cogne kasabasının girişinden hemen önce (yolun sol tarafına geçtikten sonra) topallayarak giden bir koşucu gördüm. Senatördü (Amerikalı; senatörler tüm Torlara katılmış ve bitirmiş olan sporcular, kuraya girmeden doğrudan katılma hakları var; bu sene 9 veya 11 tane kalmıştı), dizi şişmiş. Biraz konuşup ayrıldık. Organizasyondan ona yardıma gelenler vardı (baton getiriyorlardı).
Cogne istasyonunda oldukça planlı hareket ettim. Çantayı aldıktan sonra önce telefonun şarjını kontrol ettim (iyi durumdaydı), sonra masaj kısmına gidip ne zaman masaj olabileceğimi sordum. 5 dakika sonra gelebilirsin dediler. Masajdan önce duş almak gerekiyordu. Hızlıca duş alıp tozdan dolayı üzerimdeki giysileri yıkadım. Yaklaşık 10 dakika sürdü. Masaj sırası geçmemişti, beklemeden aldılar. Masaj yaklaşık olarak 30-35 dakika kadar sürdü. Uyumak mümkün olmuyor ama masaj esnasında gözlerimi kapatıp dinlendirmeye çalıştım. Masajdan sonra tahmin ettiğim gibi midemin kabul ettiği müsliden yedim. İstasyonda süt vardı dolayısıyla çantadaki kutu sütü açmak gerekmedi. Ayrıca biraz da çekinerek de olsa kırmızı portakal suyundan da içtim. Oldukça iyi geldi! Yanımda iki su şişesi vardı, birisine ondan doldurdum. Bu istasyonda bir hatam oldu bir de çok doğru bir hamle yaptım. Hatam oldukça iyi olan ve ayakların o zamana kadar su toplamasını engellemiş teknik kırmızı çorapları yıkayıp yeni aldığımız daha basit Decathlon çoraplarına geçmek oldu. Kırmızı çoraplar kuruması için yanımdaydı ama Decathlon çorapları sonraki ana istasyona kadar her iki ayakta da su toplamasına yol açtılar (önceki senelere göre daha az). Doğru hamle ise popomda tahrişe yol açan iç çamaşır ve tayt ikilisinden kurtulup TNF’in kendinden iç çamaşırlı (dikiş kısmı olmayan veya yarığa denk gelmeyen) şortuna geçmekti. Koşu sonuna kadar onunla devam ettim. Taytı ara çantaya koydum. Yanımda zorunlu malzeme olduğu için uzun tayt taşıyordum zaten. Yemekten sonra dişlerimi fırçalayıp (yapılacak işler listesindeydi) hedef Donnas olacak şekilde yola çıktım. Daha önceden Serkan’ın bu etabın 9 saat sürdüğünü söylediğini hatırlıyordum. Ona yaklaşmayı umuyordum. Plan uyku durumuna göre orada veya geçen sene olduğu gibi Coda dağ evinde uyumaktı. Kasabadan çıkarken yol üzerindeki kafenin ücretsiz sunduğu geleneksel kahveyi içmeyi ihmal etmedim - şimdiye kadar atladığım olmadı. Sertliği iyiydi! İstasyonda bir saatin biraz üzerinde kalmışım (yaklaşık 45 dakikası duş ve masaj ile geçti). Çıkış saati 17:06. Bu noktada artık koşu benim için yeniden başlamış oldu.
Cogne’dan sonraki Lilaz kasabasına kadar olan görece düz etabı midem hala hassas olduğu için koşmadan ama hızlı bir tempoda geçtim. Masaj işe yaramış gibiydi. Patikaya girmeden hemen önce alafranga tuvalet var. Burada tuvalet molası verip Serkan’a yola çıktığıma dair mesaj attım. İlk tırmanıştan sonra biraz daha ilerleyip ulaşılan Goilles kontrol noktasında suları doldurdum. Geçen sene bu istasyondan çıktıktan hemen sonra, köprüyü geçip orman içerisindeki patikaya girmeden önce malzeme kontrol yapmışlardı. Bu sene yapmadılar. Koşunun genelinde de herhangi bir malzeme kontrolü olmadı. Sonrasında Sogno dağ evine kadar oldukça iyi bir tempoda, arada öndeki koşucuları geride bırakarak geçtim. Dağ evinde daha önceden tanıdığımız kimse yoktu. Midem kendine gelmişti. Kahve içip rulo kek ve turta yedikten sonra devam ettim. Kalabalık olmasa da sanıyorum 6-7 koşucu vardı.
Fenêtre de Champorcher geçidi dağ evinin hemen yakınında. Burayı da iyi tempoda tırmanıp yine birkaç koşucuyu geçerek Dondena dağ evine doğru inişe başladım. İnişin ilk kısmı kayalık. Geçen seneden burada yol bulmak için dikkatli olmak gerektiğini hatırlıyordum, dolayısıyla rahat geçti. Miserin dağ evine geldikten sonra Dondena’ya kadar görece geniş ama biraz taşlık ve bozuk yol var. Burada arkama Çinli bir koşucu takıldı. Onunla birlikte bu etabı koşarak geçtik. Dağ evine yaklaşırken öne geçip arayı açtı. Bu iniş etabı kısa değil. Gün ışığında vadinin sonuna geldiğinizi görebiliyorsunuz ama gece belirgin bir işaret yok. Dağ evine oldukça yaklaştığınızda aşağıda ışıklar beliriyor. Daha önceki senelerde Dondena dağ evinde biraz vakit geçiriyor, en azından bir kahve (hatta cappuccino) içiyorduk. Tanıdık insanlar da oluyordu. Bu sefer kalmadan doğrudan devam ettim. Champorcher’e iniş yine rahat ve görece hızlı geçti. Saat 23:34’de istasyona varmışım.
Ben geldiğimde Champorcher istasyonu temel olarak boştu. Bir veya iki koşucu, fazla sayıda gönüllü vardı :-) Önce Serkan’ın durumunu sordum (devam ediyordu!), hızlıca sıcak bir şeyler içip atıştırdım ve devam ettim. Rota daha önce vadinin sağ tarafında dereyi takip ederek hafif yokuş aşağı yer yer düz devam ediyor sonra kayalık bir etapta tırmanışa geçiyordunuz. Bu sene ise daha farklıydı. Her zamanki gibi vadinin sağ tarafına geçtik ama kısa bir süre sonra sol tarafa geçirdiler (burada masalarda oturan insanlar ve müzik çalan bir DJ vardı) sonra yeniden sağa. Tırmanışa yaklaştığımızda da dik bir şekilde inişe geçtik. Orman içerisinde, akan su sesleri arasında, daha çok inerek ama arada tırmanarak uzunca bir süre devam edip eski rotanın inişine ve vadi üzerindeki kasabalara bağlandık. Şahsen rotanın eski halini daha güzel buldum, bu hali iniş olmasına rağmen daha zorlu (ve uzun) geldi. Serkan ise yeni halini daha çok sevmiş. Sonrasında kasabaları ve köprüleri geçip arada asfalt yollardan Pontboset kasabasına ve istasyona ulaşıyorsunuz. Bu kısımda ara ara başka bir koşucu ile uzaktan da olsa beraberdik. Pontboset’de artık su toplamış olan ayaklarıma bandaj yapmam gerekti. Hızlıca bir şeyler de içtikten sonra diğer koşucu ile aynı zamanda yola çıktık. Kısa bir sürede onu geride bıraktım ve iyi bir tempoda Bard’a kadar indim (bu etabın hepsi iniş değil, istasyondan çıktıktan sonra önce iniyor, sonra vadiyi geçebilmek için tırmanıyorsunuz; sonrasında tekrar iniş var). Artık oldukça iyi bildiğimiz bir etap. Bard’a girerken arkadan Slovenya’lı bir koşucu beni yakaladı. Onunla birlikte arada sohbet ederek Donnas’a kadar geldik. Asfaltta pek koşmak istemiyordu, ben de zorlamadım.
Donnas ana istasyonuna saat 03:30’da varmışız. Burada öncelik ayak bakımı idi. Mümkünse masaj da yaptıracaktım. Medikal destek ve masaj aynı yerde ama büyük değil. Sormak için gittiğimde yine 5 dakika sonra gelebileceğimi söylediler. Duş almak yerine bu sefer ara çantadaki ıslak mendiller ile ayakları sildim. Biraz kırmızı portakal suyu içip geri döndüğümde başka birisini masaja almışlardı. Beklemeye başladım ama uzun sürecek gibiydi, pek ilgilenmediler. O arada medikal kısım boşalmıştı, ben de oraya geçtim. Buradaki bakım yaklaşık 20-25 dakika sürdü. Yine gözlerimi kapatıp dinlendirdim. Her iki ayağı da bandajladılar ama biraz sıkıca (özellikle sağ ayağın tabanını). Geçen seneden bandaj konusunda ağzım yanmıştı (bakınız yarış raporu) ama çok da kötü değil gibiydi ve yolda açılmasını ummaktan başka yapacak pek bir şey de yoktu. Bandajları açmak daha problemli olacaktı. Vakit geçtiği için masaj almaktan vazgeçtim. Onun yerine kızarmış salam ve sade makarna yedim (bu ikili ideal yemek oldu koşu boyunca) ve biraz daha kırmızı portakal suyu içip yola devam ettim. Diş fırçalamayı unuttum. Telefonun şarj durumu iyiydi. İstasyonda tam olarak 45 dakika kalmışım. Uyku durumu fena değildi ama artık uykusuzluk açısından süre olarak bilinmeyen bölgedeydim! Plan gerekirse Sassa, Coda veya olabilirse Balma dağ evlerinden birisinde uyumaktı. Çıkarken Serkan’ın durumunu öğrendim, iyi gidiyordu.
Geçen sene olduğu gibi Donnas ana istasyonundan çıktıktan sonra Pont Saint Martin kasabasına düz asfalt yoldan gittik. Geçen seneden farklı olarak ise bu sefer şeytan kostümlü birisi yoktu (Serkan geçerken varmış). Sonrasında iyi bir tempoda tırmanıp inerek Perloz istasyonuna geldim. İstasyonda kalmadım ama alt katta alafranga tuvalete girdim (olduğunu 2016 yılında Tor des Geants alternatifi olarak düzenlenmiş olan 4K yarışından hatırlıyordum). Yine iyi bir tempoda arada birkaç kişiyi geçerek (özellikle dik tırmanış kısımlarında) Sassa dağ evine vardım (saat 7:52). Tırmanış yer yer oldukça dik. Vadideki köprüden sonra görece yukarı bir noktaya bağlanılıyor. Bu etap yaklaşık 3.5 saat sürmüş.
Sassa dağ evine yaklaşırken hava artık aydınlanmıştı. Burada da uyku durumu iyiydi. Kahve içip biraz rulo kek atıştırdıktan sonra Coda dağ evine doğru tırmanışa devam ettim. Sassa’da yeni uyanmış ve yakın zamanda varmış birkaç koşucu vardı. Arkada kaldılar. Tırmanış sağlam bir tempoda oldu. Hatırladığımdan daha fazla yükseldik gibi geldi (sanal elbette, patika aynı). Sonrasındaki yan geçiş de aklımda daha kısa kalmış ama geçen sene gece geçmiştim. Sırta çıktıktan sonra dağ evine ulaşmak ise görece rahat oldu ve kısa sürdü (geçen sene şiddetli rüzgar vardı ve yaklaşana kadar dağ evinin ışıkları, belki de sisten, görünmüyordu; sabah ise en azından sırta çıkınca dağ evi uzaktan görünüyor). Sırt tırmanışının başında arkadan yetişen bir koşucu vardı ama yakalayamadı. Tempom ve zihinsel durumum iyiydi. Dağ evinin dışarısında kurulmuş olan istasyonda vakit geçirmeden (etrafta koşucu yoktu, sanıyorum dağ evinde uyuyanlar vardır), kahve içip inişe geçtim.
Coda dağ evinden sonraki iniş görece dik ve taşlık. Pek sevimli olduğu söylenemez. Sonrasında yine dar patikadan bir yayla evinin olduğu yere kadar iniliyor. Daha önceden yayla evinden düz devam ettiğimiz ve resmi olmayan istasyona geldiğimiz aklımda kalmıştı ama rota öyle değilmiş. Önce sağ taraftan dik bir tırmanış, sonrasında yan geçiş ve iniş yapılıyor. Resmi olmayan istasyon her zamanki gibi güzeldi ve farklı yiyecek ve içecekler vardı. Turta ve meyve yedim, Fanta içtim :-) Sonrasında koşmak zor oluyor tabi. Buradan Varno gölüne kadar olan kısım rahat geçti. Önce düz sonra inişli çıkışlı, son kısımları orman içerisinde fazla zigzag olmadan iniş. Özellikle inişte hızım fena değildi. Baraj gölünün diğer tarafında koşucuları bekleyen birkaç kişi ve ilk yardım çadırı vardı (geçen sene yoktu). Barma dağ evine doğru tırmanışa devam ettim. İlk kısım kayaların üzerinde ama rahat bir patikada, sonrasında kullanılmayan bir dağ evinin ve alt gölün (veya bataklığın) olduğu düzlüğe ulaşılıyor. Geçen sene bu düzlükten doğrudan (sol taraftan) Barma dağ evinin ve gölün olduğunu ikinci düzlüğe çıkmıştık. Bu sene öyle olmadı. Sağ tarafa yönlendirip az kullanılan ve dolayısıyla pek de rahat olmayan bir patikadan tırmandırdılar. Rota değişikliğini muhtemelen dağ evine geliş ve gidişin farklı yönlerden olması için yapmışlar. Geçen sene geliş ve gidiş çakışmıştı. Yol uzamış ama onun haricinde beni pek rahatsız etmedi. Serkan bu kısmı sevmemiş.
Barma dağ evine tam öğlen vakti giriş yapmışım. Burada birkaç koşucu ve yürüyüşçüler vardı ama kalabalık değildi (yatakhane kısmını görmedim). Ne olduğunu tam olarak hatırlayamamakla birlikte sıcak bir şeyler yedim (sanırım makarna veya çorbaydı). Yükseklik profiline ve sonraki noktalara baktım (masanın üzerinde vardı), 48 saat geçmiş olmasına rağmen uyku durumu hala makul seviyedeydi. Dördüncü ana istasyon olan Gressoney’e kadar dayanabileceğimi tahmin ediyordum. Vakit kaybetmeden devam ettim. Eğer yanlış hatırlamıyorsam, geçen sene gölün etrafından dolaştıktan sonra bizi Marmontana geçidine giden geniş araç yoluna daha aşağıdan bağlamışlar ve 4K’da geçtiğimiz kayalık yan geçişi yapmamıştık. Serkan’a da o şekilde söylemiştim. Bu sefer öyle olmadı :-) Kima’dan (aynı yıl Tor des Geants'dan önce oldukça teknik bir dağ koşusu olan Trofeo Kima'ya katıldık) sonra bu tür geçişlere alışkındım ama umarım Serkan çok kızmamıştır… Yola ulaştıktan sonra bir süre gidip dik kesme ile geçitten önce ev ve ahırların olduğu yere iyi bir tempoda geldim. Burada inşaat çalışması vardı. Geçit tırmanışı uzun sürmüyor, yine iyi tempoda önden giden birkaç kişiyi geçtim ve Chiaro gölünün yanındaki istasyona indim (iniş iki aşamalı). İlk Tor’da burada güzel et vardı. Bu sefer de var görünüyordu ama gönüllüler içindi daha çok. Önermediler, ben de istemedim. Sadece su doldurup devam ettim.
Chiaro ve Vecchia geçitleri arasındaki etap Tor’un görece hoş olmayan kısımlarından, veya bize biraz ters geliyor diyelim (pek sık kullanılmayan bir yol). Geçen sene özellikle Crena du Ley (Chiaro’dan sonraki geçit) ve Vecchia istasyonu arası oldukça uzun sürmüştü. Bu sefer en azından zihinsel olarak hazırlıklıydım. Geçide tırmanışa başlamadan önce vadiden biraz aşağıya iniliyor. Tırmanış ufak zigzaglı, yer yer kayalık. İnişin başlangıcı dar patikada, dik ve taşlı. Daha sonra temel olarak uzun bir yan geçiş yapıyorsunuz, hatta Vecchia uzaktan görünüyor, ama biraz labirent gibi. Yolu kaybetmemek için dikkatli olmak gerekiyor. Bu sefer mümkün olduğunca hızlı geçmeye çalıştım. Önümden giden birisi vardı, aramız açılmadı (veya geçtim, tam hatırlayamadım). Col della Vecchia en güzel istasyon elbette, çünkü taş mangalda et var :-) Geçen sene erken saatte geçtiğim için yiyememiştim, bu sefer iki parça et kalmıştı. Birisini ben kaptım. Ayrıca ünlü polentasından da verdi istasyondaki görevli. Hızlıca onlar yedikten sonra Niel’e doğru devam ettim. Yolun döndüğü geçide yükselirken kısa süreli de olsa hava biraz kapandı. Sanıyorum daha önce biraz yağmur yağmış. İnişin ilk kısmındaki taş yolda değil ama vadi içerisine girip zigzaglar çizmeye başlayınca zemin ıslaktı. Burada 4K’dan tanıdığımız yaşlı kadın koşucu ile karşılaştık. Her zamanki gibi bizden hızlı gelmiş, belirgin bir problemi yok gibiydi ama yavaş iniyordu. Geçip devam ettim. Aşağıda sanırım onu (veya başka bir koşucuyu) karşılamaya gelmiş birisi yukarı doğru çıkıyordu. İnişteki tempom hızlı olmasa da yavaş da değildi. Vadinin diğer tarafına geçip metal merdivenden tırmandıktan sonra hemen inmediğimizi bir süre tırmanıdığımızı hatırlıyordum. Dolayısıyla bu kısım da kolay geçti. İniş çok uzun sürmüyor. Niel’in olduğu vadinin içerisine dönünce çan sesleri gelmeye başladı. İstasyona hemen ulaşamıyorsunuz yalnız. Kasabanın ilerisine devam edilip geri dönülüyor.
Niel istasyonuna saat 16:53’de varmışım. İstasyon görece kalabalıktı ama ne kadarı koşucuydu dikkat edemedim. Burada geçen seneden tanıdığımız birisiyle karşılaştık (bu sene koşmuyordu), ben hatırlayamadım ama o beni hatırlamış. Restoran kısmına geçmedim. Kıymalı polenta yedim (harika!), suları doldurdum ve devam ettim. Tırmanış için pek alternatif yok gibi ama sanki geçen seneye göre en azından yukarıdaki terk edilmiş evlere kadar olan kısım daha farklı geldi (yanılsama elbette). Tırmanışın son kısmı biraz uzun sürüyor, Lasoney geçidini görüyor ama daha yakında olmasını diliyorsunuz. Geçitten sonraki yüksek plato ve ilk yayla evlerine kadar olan iniş açık alanda olmasına rağmen pek rahat sayılmaz, patika genelde su altında kaldığı için bozukça. Yayla evlerinin orada ilk defa açıkta akan hayvan kanalizasyonu gördüm, akan dışkı miktarı ve koku inanılmaz. Tırmanışın son kısmında ve inişte aramızda biraz mesafe olmakla birlikte 3-4 koşucu ile birlikteydik. Oberloo istasyonuna birlikte (daha doğrusu onlar önde) girdik. Her zamanki gibi şenlikli idi, bizi çanlar ile karşıladılar. Daha önceden tanıdığımız genç kadın gönüllüler bu sefer yoklardı, dolayısıyla ben de doğrudan devam ettim :-)
Oberloo istasyonundan çıkarken arkamdan bir İtalyan koşucu da geldi. Beni geçmek istemedi, kayalık etapları ve sonrasındaki orman içerisindeki inişi birlikte yaptık. İnişin son kısımlarında hava kararmıştı ama fenerleri açmamız gerekmedi. Asfalta indikten sonra sohbet ederek, koşmadan ama makul bir hızda yaklaşık saat 20:30’da Gressoney ana istasyonuna geldik. Arkamızdan yetişen kimse olmadı.
İstasyona gelirken kafamda yapılacak işleri yine belirlemiştim. Önce telefonun şarjını kontrol edip harici bataryaya bağladım. Sonra masaj kısmına gidip sıra olup olmadığını sordum. Duş alıp gelebileceğimi söylediler. Hızlıca duş alıp üzerimdeki giysileri yıkadım. Kurumaları için üzerime geri giydim. Özellikle tayt ve iç çamaşır yara yaptığı için şortu kullanmaya devam etmem gerekiyordu. Kırmızı portakal suyu içip masaja gittim. Hemen almadılar maalesef, biraz beklemem gerekti. Ama sonrasında iki kişi hem masaj yaptı (biraz daha yaşlı ve deneyimli olan güzel yoğurdu, genç ve sanırım daha deneyimsiz olan ise daha az; yaşlı olan bel ve omuz tarafına da masaj yaptı, çanta ağrısını azalttığı için iyi oldu) hem de ayaklardaki bandajları değiştirdiler (ıslandıkları için). Donnas’a göre daha iyi bir bandaj yaptıklarını söyleyebilirim. Geçen seferlerde olduğu gibi gözlerimi kapatarak dinlendirmeye çalıştım. Bekleme ile birlikte masaj ve ayak bakımı beklediğimden daha uzun sürdü. Bittiğinde istasyona gelmemim üzerinden bir saatten fazla zaman geçmişti. Üşümemek ve ıslak giysilerin daha hızlı kuruması için kaz tüyü ceketi giydim. Kızarmış salam ve biraz domates soslu makarna yedim, saat 21:45-21:50 gibi 22:30’da kaldırmalarını rica ederek uyku alanına geçtim. Uyku durumu aslında beklenmedik şekilde fena değildi. Sanırım biraz motivasyona bağlı. Uyku için ayrılmış olan spor salonu karanlık ama kapısı açık, dışarıdan biraz gürültü geliyor. Çift battaniye ile yattım. Böylece ilk uyku saati yaklaşık 58 saate yükselmiş oldu, geçen seferlerden 20-22 saat daha ileride. Yarım saat veya biraz daha az uyuyup planladığımdan daha önce saat 22:15 gibi kalktım. Zihinsel olarak iyi hissediyordum, gerekirse Grand Tournalin dağ evinde yeniden uyurum diyerek fazla vakit kaybetmek istemedim. Hepsini bitiremediğim için kalan makarnadan biraz daha atıştırdım, yağmur altlığını ve yağmurluğu giydim (giysiler hala ıslaktı doğal olarak), geldikten neredeyse tam olarak iki saat sonra 22:30 gibi çıkış yaptım. Uyku miktarı fazla olmasa da zamanı görece verimli kullandığımı söyleyebiliriz, en azından benim kontrolümde olan kısmını. Toplamda biraz tutmuş.
Gressoney ana istasyonundan çıktıktan sonra öndeki bir koşucuyu yakaladım. Normal bir tempoda nehir kenarındaki etabı aramızda biraz mesafe olmasına rağmen birlikte geçtik. Chemonal’daki son köprüye yaklaşırken hava soğuk olmadığı için yağmurluğu ve yağmurluk altını çıkardım, arada o devam etti.
Alpenzu dağ evine tırmanış başlangıçta oldukça dik ama bildiğimiz bir kısım. Başlangıçta başka bir İtalyan bir koşucu ile karşılaşıp kısaca sohbet ettik, sonra ben iyi tempoda arkada bırakıp devam ettim. Dağ evinden hemen önce çeşme var, orada sularımı doldurdum. Dışarıda bekleyen bir gönüllü gelip içeride su olduğunu söyledi, ben bunu tercih ediyorum dedim :-) Dağ evinde durmadan Col Pinter’e doğru tırmanmaya başladım.
Col Pinter geçidine tırmanış etabı geçen seneden aklımdaydı. Önce zigzaglarla açıklıkta tırmanılıyor sonra yan vadiye giriliyor. Bu kısım hızlı geçti, vadiye girince yukarıdan Oberloo’dan tanıdığımız iki genç kadın gönüllü geldi. Bu sene Col Pinter’de beklemişler :-) Kısaca sohbet ettik, başarı dilediler, Serkan’ı sordular. Diz operayonundan dolayı yavaş, arkadan geliyor dedim. Patikanın devamındaki muhtemelen kullanılmayan dağ evinden geçerken daha da kalabalık bir grup indi. Buradan geçide olan mesafe geçen seneden aklımda kısa olarak kalmış ama biraz uzunca, son kısımları da dik. Geçide yaklaşırken ampute (tek bacağı yapay olan) bir koşucu ile karşılaştım. Yanında destek veren bir kişi daha vardı. Sağlam tırmanıyordu, insan takdir edip saygı duyuyor. Geçitten iniş sol taraftan, orta taraf aslında daha rahat. Nedense bayrakları o tarafa koymamışlar. İlk düzlüğe inince daha kalabalık ikinci bir grubu gördüm. İşaretleri arıyorlardı, bu kısımda biraz dikkat etmek gerekiyor. Bu grup da aslında ampüte olmayan başka bir engelli koşucunun destekçileriymiş. Daha sonra Champoluc girişinde karşılaştığım bir destekçi bu koşucuların Tor Dret’den olduğunu söyledi. Torcular sonraki gün geleceklermiş.
İlk düzlükten sonraki iniş kısmı oldukça teknik, kayalık dik ve dar bir patika. Pek alternatif yok ama gece işaretleri görmek biraz zor. Bu etabı bitirip vadinin sağ tarafına geçtiğimizde, geçen sene bizi kayak pistlerine çıkarmışlardı. Bu sene doğrudan aşağıya indik. İniş yine biraz vakit alıyor, patika biraz dar. Sanıyorum Cuneaz veya Vieux Crest dağ evinin olduğu ufak köye girdik ama köyün içerisinde kısaca dolaştırıp dışına çıkarttılar. Bu biraz istasyon atlayıp atlamadığım konusunda beni şüpheye düşürdü. Sonraki istasyonda sorup öğrenmek haricinde yapacak bir şey yoktu ama insanın aklına takılıyor. Orman içerisindeki son etap pek zevkli değil, geçen sene de öyleydi. Asfalta inince yukarıda bahsettiğim destekçi arkadan beni yakaladı. Onu karşılayan kız arkadaşı ile birlikte nehir kenarından istasyona kadar ben önde onlar arkada geldik (ben koşmaya çalışıyordum onlar sanırım yürüyorlardı). Saat 03:13’de giriş yapmışız.
Champoluc’da geçen sene Serkan pizza getirmişti. Bu sene onu aradım :-) Kahve içip rulo keklerden yedim ve devam ettim. Champoluc ile sonraki kasaba olan Saint Jaques arasında yaklaşık dört kilometrelik görece düz bir etap var. Önce patika sonra nehir kenarında yol. Kasabaya yaklaşırken yavaş yavaş uyku bastırmaya başladı. Geçen sene de benzeri olmuştu ve Grand Tournalin dağ evine başka bir koşucunun arkasına takılıp gelebilmiştim. Orada uyumam gerekmişti. Burada en doğru hareket aslında kasabanın girişinde örneğin otobüs durağında 5-10 dakika kestirmek olurdu. Ama biraz da istasyon dışında uyumamak için devam ettim. Kasabadan yolun saptığı ve dereyi takip etmeye başladığınız yaylaya kadar iyi geldim. Sonrasında kendimi arada kendi kendimle konuşarak biraz zorlamam gerekti (konuşmak uyku açıyor). Uyumamak için biraz soğuk aldım, sonraki günlerde burun tıkanıklığı olarak geri döndü elbette. Dağ evinin ışıkları yakınına gelinceye kadar görünmüyor ama dağ evinden Col di Nana geçidine giden koşucuların ışıklarını uzaktan görünce tamam dedim yaklaşmış olmalıyız, uykum biraz açıldı. Dağ evinde önce bir şeyler atıştırdım. Sonra bir köşeye çekilip yaklaşık 5 dakika kadar gözlerimi kapattım. Havanın aydınlanmasına çok fazla yoktu ve geçit de yakın olduğu için bu sefer burada uyumak pek istemiyordum. Zihinsel durum fena değildi. 4K’dan tanıdığımız Paolo (Rubaldo)’da buradaydı (uyumuş olabilir; sanırım ilk burada yakaladım; benim önümde 99:25’de bitirmiş) ve çıkmaya hazırlanıyordu. Ondan önce çıkış yaptım.
(Sahte) geçide kadar iyi bir tempoda ilerledim. Col di Nana ise (sahte) geçitten daha sonra, biraz daha tırmanmak gerekiyor. Burada artık hava aydınlanmaya başlamıştı. Col di Nana ve Col des Fontaines geçitleri arasını da tempoyu bozmadan geçtim. Yüksek platodan manzara gerçekten güzeldi. Uzaktan Mont Blanc ve daha yakından tüm ihtişamıyla Matternhorn görünüyordu. Sanırım Matternhorn’u tüm Torlar içerisinde ilk defa görmüş oldum! Diğer seferlerde ya gece geçimiştik bu etabı ya da hava kapalıydı. Bu taraftaki yüzünden farklı görünüyor. İnişin başlarında Paolo beni yakaladı ve basıp devam etti :-) Ben de arkasından mümkün olduğunca hızlı (bize göre) inmeye çalıştım. Valtournenche ana istasyonuna olan iniş oldukça uzun ve dizleri ciddi miktarda yoruyor. Umarım Serkan çok zorlanmaz diye düşündüğümü hatırlıyorum. Arada kayak merkezi ve kasabamsı yerlerden geçiliyor, yaklaşmış olmalıyım derken yeniden inişe başlıyorsunuz (hoş yukarıdan vadinin içerisindeki kasabalar uzak görünüyor o ayrı).
Valtournenche ana istasyonuna saat 08:17’de giriş yapmışım. İstasyon büyük oranda boş gibiydi. Artık masaj ve ayak bakımı yaptırmak yoktu. Bitişe kadar ayakkabıları çıkarmadım. Yeni sabah olduğu için kahvaltı niyetine müsli yedim. Telefonun şarjını kontrol ettim. Bir gönüllüye Serkan’ın durumunu sordum, yerini söyleyemedi ama çıkışta bilgisayar olduğunu oradan kontrol edebileceğimi söyledi. Oldukça az uyumuş olmama rağmen zihinsel durumum iyiydi. Geçen seneden Tor’un en kritik bölümlerinden birisi önümdeki etap olduğunu biliyordum ve net zaman tutmamakla birlikte geçen seneki zaman aralığına yaklaştığımı hissediyordum. Kırmızı portakal suyu içtim, yine yanıma aldım ve gerekirse Barmasse veya Cuney dağ evlerinde uyumak üzere devam ettim. Çıkışta sağ tarafta bilgisayarın olduğu tarafa yönelince yol gösteren görevli biraz şaşırdı :-) Valtournenche’de sadece 18 dakika kalmışım. Soner (Büyükatalay) mesaj listesinde şöyle yazmış: “Ve Sertan büyük istasyonda sadece 18 dk kalarak 10 kişiyi geçti. Şu anda 41. Sırada. Dinlenmeden devam ediyor. Bunun doğru bir karar olup olmadığını yarışın sonunda göreceğiz. Hadi bakalım bacaklara kuvvet…”.
Geçen sene Valtournenche'den sonra barajın olduğu vadinin girişine kadar olan tırmanış (restoran benzeri dağ evinin olduğu yer) uzunca gelmişti. Bu sefer iyi tempoda geldim ve dağ evine doğru devam ettim. Arada geçtiğim bir iki kişi oldu, dağ evinden önce tuvalet molası vermem gerekti. O zaman da beni geçtiler (bir kısmı Tor Dret’çi olabilir). İstasyonu dağ evinin önüne kurmuşlardı, tekrar tuvalete uğradım, beklenmedik bir şekilde teneke kutuda açılmış fanta vardı. İçebilir miyim dedim, elbette dediler. Organizasyon daha önce Barmasse ile Magia dağ evleri arasındaki rotanın değiştirildiğini duyurmuştu. Web sitesinden kabaca haritaya bakınca bir fark görememiştim (muhtemelen eski harita idi). Dağ evinden sonra önce her zamanki gibi düz gittik, yayla evlerini geçtik, yola çıktık. Yoldan her zamankinden biraz daha uzunca inince ve işaretlerin arası da açık olunca, biraz da uykusuzluğun etkisiyle, doğru gidip gitmediğimden emin olamadım. Yavaşlayıp arkadan bir koşucunun gelmesini bekledim. Kolunda GPS vardı, doğru yolda olduğumuzu söyledi. Devam ettik, nitekim aşağıda işaretler vardı. Sonrasında yeniden tırmanış başlıyor ve büyükçe bir evin yanından geçiliyor. Bu kısım da tanıdıktı. Gözler kapanmaya ve yavaşlamaya başladığım için uygun bir yerde 5-10 dakika kadar kestirmem gerekti. Bu arada ve sonrasında geçenler oldu.
Desot’daki her zamanki istasyondan önceki geçide tırmandık ama sonrasında bu istasyona doğru sağa gitmek yerine rota sola kaydı ve bu senenin en sabır isteyen etabı başlamış oldu. Rotayı oldukça değiştirmişler :-) Arada iniş çıkışlarla ama genelde inerek oldukça uzun bir süre sürekli istasyona artık gelmiş olmalıyım diyerek ilerledik. Sonra genişçe bir yola çıktık. Burada sonraki istasyon 4.3 km mesafede tabelası vardı (!). Etraftan sesler de geldiği için herhalde Tor’unki hemen yakınlarda olmalı, bu Tor Dret için galiba dedim içimden. Ama öyle değildi elbette. Yoldan bir süre devam edip bir hayvan çiftliğine tırmandık (yokuş inekler ile doluydu). Burada yine arkadan gelen bir koşucuyu bekleyip doğru yolda olup olmadığımızı teyit ettim. Hayvan çiftliğinden sonra geniş yolda koşulmazsa bitmeyecek türden görece düz bir etap başladı. Elimden geldiğince hızlı bir tempoda geçmeye çalıştım ama ne kadar hızlı oldu emin değilim. Belirli bir noktada istasyonun adının geçtiği panolar yeniden beliriyor ve sağa dönülüyor. Torgnon dağ evi yolun sonunda bir anda ortaya çıkan açıklıkta, ufak bir gölün yanında. Etrafta kayak tesisleri de var. İstasyonda yine hızlıca bir şeyler atıştırdım ve bir gönüllü ile rotanın sonrası hakkında kısaca konuştuk. Sonraki geçit olan Col Fenetre’i gösterdi, yakın görünüyordu. Bu Col Fenetre geçen seneki değil elbette. Geçide ulaşmak çok uzun sürmüyor. Önce geniş yoldan vadiyi yan geçiyor sonra da tırmanıyorsunuz. İniş zigzaglı (biraz Chartreuse’ü andırdı) ve görece daha uzun sürüyor. İnişi tamamladığımda ters yönden gelen iki koşucu ile karşılaştım Magia dağ evinin yaklaşık olarak bir saat mesafede olduğunu söylediler. Açıkçası umduğumdan daha uzundu... Aradaki görece düz etap koşulursa kısa zamanda geçilebilecek türden ama koşmak pek mümkün olmuyor (veya olamadı). Her seferinde artık geldim sanırım dediğiniz oldukça güzel yaylalardan geçiyorsunuz ama dağ evi her seferinde bir sonrakinde! Bu yeni rota eskisine göre bana belki de alışkanlıktan olsa gerek biraz daha zorlu geldi (en azından zihinsel olarak ama mesafe olarak da daha uzun olduğu kesin).
Magia dağ evi geçen sefer olduğu gibi yine kalabalık değildi ama yalnız da değildim. Paolo ile yeniden karşılaştık. Bu istasyonda da zaman kaybetmeden Cuney dağ evine doğru devam ettim. Cuney dağ evine tırmanış iki etaplı. Önce şelalenin yanından başka bir dağ evinin olduğu ara düzlüğe tırmanılıyor, oradan da Cuney’e. İlk kısımda biraz uyku bastırdı. Paolo arkadan gelip beni geçtikten bir süre sonra artık yavaşlamaya başlayınca patika üzerinde yine 5-10 dakika kadar kestirdim. Arada genç bir saha hakemi yanımdan geçip nasıl olduğumu sordu. Yanında bayraklar vardı, sanırım işaretlemeyi kontrol ediyor olmalı. Sonrasında tırmanış rahat geçti.
Cuney dağ evine saat 16:48’de varmışım. Önce kızarmış salam ve makarna yedim. Sonrasında yaklaşık 15-20 dakika kadar uyudum (Gressoney’den sonra ikinci kez yatakta). Bu beni kendime getirdi. Kahve içip sağlam tempoda yola koyuldum. Col Chaleby’ye çabucak ulaştım. Geçen seneden parkurun bu kısmı aklımdaydı, dolayısıyla Col Chaleby’den sonra Clermont bivağına ulaşmak için arada tırmanış olduğunu biliyordum ve hazırlıklıydım. Bivağa yaklaşırken daha önce gördüğüm yarış hakemi ile yeniden karşılaştık, ters yönden Cuney’e doğru gidiyordu. Herşeyin yolunda olduğunu söyleyip güzel tempoda bivağa geldim. Burada tuvalet sordum ama olmadığını söylediler :-) İçeriye girmeden, hava kararmadan geçidi geçip mümkün olduğunca ilerleyebilmek için devam ettim. Geçide tırmanış da kısa sürdü. İniş ise problemli oldu. Biraz alçaldıktan sonra önümdeki bir koşucuyu yakaladım ve arkadan takip etmeye başladım. Zigzaglar çizen kaygan patikayı takip ediyorduk. Bir süre sonra öne geçip devam ettim ama etrafta bayrak görünmüyordu. Sanırım kaçırmışız. Yukarıdan takip ettiğimiz patikanın doğrudan aşağıya inmek yerine sağa doğru kıvrıldığı ve daha ileride vadi tabanı ile birleştiğini görebiliyordum. Takip etmekten başka yapacak birşey yoktu. Yamaç inişini tamamladıktan sonra patika rahatladı. Etrafta bayraklar hala yoktu ama sarı patika işaretleri ve az sayıda da olsa (eskimiş görünen) kayaların üzerine saptanmış Tor amblemleri (formika olanlardan) vardı. Patika biraz dolaşıp sonra yukarıdan görmüş olduğum gibi vadi tabanına bağlandı. Bağlandığı noktada eski bir dere yatağı vardı. Sağa doğru gitmek gerekiyordu ama gidiş yönü tam belirgin değildi. Yolun vadinin karşı tarafında olabileceğinden şüphelenip aradaki nehri geçtim. Diğer yakada biraz bakınınca, geldiğim tarafta vadinin aşağısında sarı levhaların olduğunu gördüm. Nehri tekrar geri geçip levhaların yanına gelince 4K’da istasyon olan terk edilmiş yayla evi göründü. Tor bayrakları da vardı, heyo!. Pek fazla alternatif yok aslında ama tamam dedim yırttık :-)
Eğer iniş bu şekilde değilse yani yamaçtan doğrudan vadi tabanına iniliyorsa (aslında inilmiyor, normal rotadan inmişim) yaklaşık yarım saat veya daha fazla zaman kaybetmiş olabilirim burada (son kısımda değil ama dolaşan patikadan dolayı). Patikanın bundan sonraki kısmını pek koşarak değil ama mümkün olduğunca hızlı yürüyerek geçmeye çalıştım. Sonlara yaklaştığımızda arkadan Sergio (Minoggio) isimli İtalyan bir koşucu beni yakaladı, ben de onun peşine takıldım (ve hızlanmış oldum; Tor’u benden 15 dakika sonra bitirmiş). O bölgedenmiş ve inişin devamını iyi biliyordu. Oyace’da uyuyacağını söyledi. Önce kapıdan sonra köprüden geçip saat 21:44’de Oyace istasyonuna birlikte giriş yaptık. Kasabadan önceki son tırmanışta yağmur atıştırmaya başlamıştı. Uzaklardan sağlam gök gürültüleri de geliyordu ama orman içerisinde olduğumuz için yerlerini göremedik.
Oyace istasyonu görece kalabalıktı diyebilirim, en azından geçen seneye göre. Fırında polenta yoktu elbette (geçen sene de yoktu, ilk Tor’da biraz şanslıymışız) yemek seçenekleri de kısıtlıydı (en azından o zamanda). Olanlardan atıştırıp gönüllülere hava durumunu sordum. Vadi için genel hava durumunu gösterdiler (web sitesindeki vadi üzerinde beş altı simge olan kaba tahmin) ama sonra aralarından birisi cep telefonundan Oyace için yerel hava durumunu açtı. Yağış yaklaşık bir saat kadar devam edecek sonra kesilecekti. Ben de yağış dinene kadar fırsattan istifade biraz uyumaya karar verdim. Nedense o zaman yarışın durdurulabileceği aklımdan geçti (hava pek kötü olmamasına rağmen, muhtemelen uykusuzluktan olabilir). Bir saat sonra kaldırmalarını rica ederek hemen yattım. Tam olarak ne kadar uyuduğumu tam olarak hatırlayamıyorum ama bir saatten azdı. Belki 30-35 dakika kadar olabilir. Kalkınca devam edebilir miyim diye sordum, elbette dediler yarış devam ediyor :-) Yağış beklendiği gibi durmuştu, ben de hemen Ollomont’a doğru yola koyuldum. Sergio hala uyuyordu.
Oyace ile Bruson geçinin olduğu vadide yer alan Bruson l’Arp istasyonu arasındaki etap geçen sene bitmek bilmemişti. Bu sene zihinsel olarak hazırlıklıydım, gece de olunca iyi bir tempo paralel vadideki ışıkları seyrederek ile istasyona vardım. Arada bir kadın ve bir erkek sporcudan oluşan bir ekibi arkada bıraktım. Sanırım istasyona yaklaşırken geçtiğim birisi daha oldu. İstasyonda tek başına yaşlı bir gönüllü vardı (diğerleri uyuyordu sanırım). İnsan yeniden tüm gönüllüleri takdir ediyor. Kahve içip devam ettim. Bruson geçidi vadinin diğer tarafında ve temel olarak önce yan geçiyor sonra tırmanıyorsunuz. Bu son tırmanış beklediğimden biraz daha uzun sürdü. Uzaktan geçitteki ışık görünüyor, yaklaşınca kayboluyor, iyice yaklaşınca yeniden beliriyor. Gözler hafiften kapanmaya başladığı için biraz yavaşlamıştım sanırım. Geçitten hemen sonraki güvenlik kabininde 5 dakika kadar kestirdim. Geçen sene burada yine aynı yaşlı görevli vardı. O zaman sanırım bir saate yakın uymam gerekmişti. Ben kalkarken daha önce geçtiğim çift de geldi. İnişte beni geçtiler. Patika sola doğru kıvrılıp aşağıdaki vadinin sonuna kadar iniyor. Burada biz ilk Tor’u koşarken inşaat halinde olan ev(ler) var. Herhangi bir ışık yoktu, dolayısıyla yanına inene kadar görünmüyorlar. Sonrasında geniş yoldan güvenlik istasyonuna (Berio Damon?), oradan da taşlık yolda zigzaglar çizerek Ollomont’a iniliyor. Bu zigzaglı kısım aslında çok rahat değil ama basıp iyi bir tempoda geçtim. Ollomont ana istasyonuna saat 03:37’de varmışım.
Ollomont ana istasyonunda önce telefonun şarjını ve mesajları kontrol ettim (bataryaya bağladım mı hatırlayamadım), tuvalete gittim, kızarmış salam ve makarna yedim, kırmızı portakal suyu içtim. Belki masaj almak iyi olabilirdi ama onun yerine son etap öncesinde biraz uyumak daha akıllıca olacaktı. Yine bir saat sonra kaldırmalarını rica ettim ve çadıra geçtim. İçerisi temel olarak boştu sadece birkaç yatak vardı. Sanıyorum yaklaşık olarak 25-30 dakika sonra kalktım. Zihinsel olarak iyi durumdaydım, zaman olarak da 100 saat sanki olabilecek gibi duruyordu. Devam etme vaktiydi. Bu sefer dişlerimi fırçalamayı unutmadım, kahve içtim, kafa fenerinin pillerini değiştirdim (bulmak biraz zaman aldı, ana gözde değil fermuarlı ufak bölümdeymiş), Serkan’ın durumunu öğrendim ve Saint Rhemy’ye doğru yola çıktım. İstasyonda tam bir saat kalmışım.
Geçen seneden tanıdığımız ve koşunun başında bir süre birlikte gittiğimiz 30 numaralı Yoselito (Lanari)’da Ollomont ana istasyonundaydı ve benimle hemen hemen aynı zamanda o da çıkmıştı (ilk gün o da mide problemi yaşamış). Kısaca sohbet ettikten sonra önde ben, biraz arkamda o, gerçekten oldukça iyi bir tempoda tırmanmaya başladık. Geçen seneden alınacak bir öç vardı (yine bakınız yarış raporu)! Yolu şaşırıp aşağılara indiğim sapak bu sefer hata yapmaya imkan vermeyecek şekilde bolca işaretlenmişti. Tırmanışın ilk etabının sonunda, yolun önce sağa saptığı sonra da dikçe dağ evine doğru devam ettiği bölümden önce, hayvan çiftliğinin olduğu yere kadar ben öndeydim. Orada Yoselito öne geçti. Aramızda 5-10 metre farkla yine iyi bir tempoda Champillon dağ evine vardık. Geçen sene burada uyumam gerekmişti. Bu sefer sadece birkaç dakika gözlerimi dinlendirdim, kahve içip rulo keklerden yedim. İki kadın gönüllü vardı dağ evinde. Yoselito önden çıktı, biraz sonrasında da ben. Çıkarken batonları unutmuşum, neyseki ellerin boş olması garip gelince (!) fazla uzaklaşmadan kapıdan geri dönüp aldım.
Dağ evine çıkış kadar yüksek tempoda olmasa da Champillon geçidine tırmanış da makul bir tempodaydı. Geçit çok uzak değil, ama hatırladığımdan (veya hatırlayamadığımdan) biraz daha uzunca geldi bu sefer. Hava yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. İnişe başladığımda Yoselito'yu görebiliyordum, sonra gözden kayboldu. Bu noktada neredeyse beraberken, benden üç saat önce bitişe varmış. Dolayısıyla eğer koşulursa saat 4:30’da Ollomont’dan çıkıldığında 100 saat altında bitirmek mümkün (yalnız sağlam basmış gerçekten, belki arada uyumuş olabilir ama Stephanie saat 23:37’de, bizden beş saat önce, Ollomont’dan çıkmış, bitiş zamanları arasında beş dakika var). İnişte yavaş olacağımı ve Col Malatra sonrası etabın çok rahat olmadığını dikkate alarak ben 100 saati hala olası ama biraz riskli görüyordum. Yola devam!
Yamaç inişini tamamlayıp eskiden istasyon olan eve geldiğimde, oklar sol tarafı değil sağ tarafı gösteriyordu. Evin yanında 2-3 kişi vardı ve elleriyle aşağı doğru devam etmemi işaret ettiler. Nitekim vadinin karşı tarafına bakınca geçen sene uyuduğum hayvan çiftliğinde organizasyonun brandaları görünüyordu. Burada muhtemelen Tor Dret’den dolayı istasyonu değiştirmişler ve daha geniş olan bir yere almışlar. İstasyona ulaşmak için önce vadinin aşağısına gidip daha sonra biraz tırmanmak gerekiyor. İçeride sanıyorum çiftliğin çalışanlarından veya sahibi olan tek bir gönüllü vardı. Bir de tencerede tavuk butları :-) Cazip görünüyorlardı ama açıkçası sormaya çekindim, kahve içmekle yetindim. Üst katta 5 dakika kadar kestirdim ve devam ettim.
İstasyondan çıkınca yine biraz tırmanılıyor, sonra da Saint Rhemy’ye kadar olan uzun görece düz sonlara doğru yokuş aşağı olan etap başlıyor. Burada maalesef koşamadım. Arkadan gelen bir veya iki kişi beni geçti. Yolun belirli bir kısmında ormancılar çalışıyorlardı ve traktörle kütükleri çekiyorlardı (yolun kenarına öbek öbek toplanmış kütükler vardı). Sabah olunca yukarıdan aşağıdaki kasabalar ve otoban benzeri geniş yol görünüyor. Dolayısıyla yaklaştığınızı anlayabiliyorsunuz. Uzun saplı mantar şeklindeki nesneleri görmeye başladığınızda (sanıyorum lambalar) asfalta az kalmış oluyor. Asfalta bağlanıp vadinin sonundaki eski kasabadan (Bourg Saint Rhemy) geçtikten sonra artık biraz zorladım (kendi kendime “bas bas bas” diyerek). Son kısımda kasaba içindeki bölüm tanıdıktı. Son dar sokaktan inince biraz şaşkınlık oldu, çünkü istasyon eski yerinde değildi. Bu sefer biraz ileride sol tarafta büyükçe bir çadır kurmuşlar. Bence doğru bir karar olmuş. Eski istasyon oldukça küçüktü. Saint Rhemy’ye saat 9:56’da gelmişim (Yoselito tam bir saat önce varmış). Geçen sene burada Serkan beni karşılamıştı ve uyumuştum. Hafif uyku olmasına rağmen bu sefer durumum fena değildi. Kahve içip bir şeyler yedim. Serkan’ın durumunu sordum. 3-4 gönüllü uzunca bir süre bilgisayar başında bakındılar, ama kesin bir şey söyleyemediler. Bir grup içerisinde görünüyormuş, ama devam ettiği kesindi. Fazla vakit kaybetmeden Frasatti dağ evine doğru yola koyuldum. Hava artık ısınmaya başlamıştı.
İstasyondan çıktıktan hemen sonra pek de gerek olmamasına rağmen belki koşmama faydası olur diye ilk defa Sportamine (doğal kramp önleyici) ve ek olarak anti inflamatuar aldım. Özellikle ikincisi biraz hata oldu. Faydası olup olmadığını bilmiyorum, ama en azından zihinsel olarak ağırlık basmış gibi hissetmeye başladım (psikolojik olabilir). Arkadan Fransız bir koşucu yetişti, onunla kısaca sohbet ettik. Bir senatörün arkadaşı imiş ve ilk defa Tor koşuyormuş. Sence 100 saatin altına inebilir miyiz diye sordu. Ben de en azından benim için biraz zor dedim. Eğer Saint Rhemy inişi daha hızlı olsaydı ve ağırlık çökmemiş olsaydı sanırım mümkün olabilecekmiş. Geri dönüp baktığımda, koşu boyunca ilk defa bu noktada zihinsel olarak hedeften uzaklaştığımı söyleyebilirim.
Frasatti dağ evine tırmanış iki etaplı. Önce vadiden yükseliyor, sonra yer yer araç yolundan ilerleyip bir hayvan çiftliğine geliyorsunuz. Vadiden yükselirken artık yavaşlamıştım ve arada 5-10 dakika kestirdim. Sonrasında tempom arttı; özellikle hayvan çiftliğine ulaştıktan sonra. Hayvan çiftliğinden sonra tırmanışa devam ediyor ve dağ evinin yanındaki göle, gölün etrafından dolaşıp dağ evine ulaşıyorsunuz. Geçen sene bu etapta Stephanie ile birlikte şiddetli kar fırtınasının içinden geçiyorduk. Bu sene çok daha rahattı. Dağ evine yaklaştığımda yukarıdan yanında 2-3 kişi ile birlikte Oscar Perez indi. Bu sene koşmadı ama organizasyonu yalnız bırakmamış. Dağ evine giden bir kaç yürüyüşçü daha vardı. Frasatti dağ evine saat 12:46’da varmışım (Yoselito saat 11:00’de varmış). Kabaca hedef Saint Rhemy ile Courmayeur arasını 2 + 3 = 5 satte geçmekti. Yoselito o tempoda gitmiş, ben uzağında kalmışım. Dağ evinde görece fazla sayıda gönüllü, pek dikkat etmemekle birlikte galiba bir iki koşucu (uyuyanlar haricince) ve yemek yemekte olan yürüyüşçüler vardı. Bir şey isteyip istemediğimi sordular, sanırım kahve içip rulo keklerden yedim, suları doldurup teşekkür ettim ve devam ettim. Toplamda birkaç dakika kalmışımdır. Frasatti dağ evinden ilk defa bu kadar kısa sürede çıkma fırsatı oldu. Eğer üç saatte kalan yolu geçebilirsem 100 saatte bitirebilecektim.
Col Malatra’ya oldukça iyi bir tempoda arada yürüyüşçüleri geçerek tırmandım. Manzara geçen seneki karlı hali gibi olmasa da güzeldi. Geçitte yaklaşık 6-7 kişilik bir grup vardı. Belki bir ikisi organizasyondan olabilir, diğerleri galiba yürüyüşçüydüler. Geçidin arka tarafında güvenlik istasyonu vardı (geçen sene gördüğümü hatırlamıyorum, ama var olmalı), selam verip aşağı doğru devam ettim. İniş çok hızlı olamadı maalesef ama biraz daha dik olan son kısımları haricinde çok da yavaş değildi. Vadinin tabanında kurulmuş olan Malatra istasyonunda 5-6 gönüllü vardı, koşucu yoktu. Nedense pek ilgi göstermediler. Metal konteynırın içerisinde tencerede biraz dibine sarmış soğuk makarna vardı. Oturup ondan yedim ve sonrasında devam ettim. Benim önümden galiba gönüllü veya sadece etrafta olan üç kadın koşucudan oluşan bir ekip çıktı. Bir süre onları takip ettim, sonra arayı açtılar ve gözden kayboldular. İstasyondan sonra yan vadiye geçilen etap oldukça can sıkıcı çünkü normal bir patika yok. Onun yerine bayraklarla araziden götürüyorlar. Zorlanırsa hızlı ilerlenebilir, ama ben o modda değildim. Geçen sene burayı Tor’u üçüncü bitiren kadın sporcunun arkasına takılıp iyi bir tempoda geçmiştik (en azından öyle gelmişti). Yan vadiye geçtikten sonra patika bir süre daha düz gidiyor, sonra alçalıyor ve sağa doğru kıvrılıp Val Ferret’ye dönüyor. Vadinin sonunda UTMB rotası ile birleşiyor. Bu bölümde köpeği ile birlikte giden bir yürüyüşçü vardı. Benden daha hızlı yürüyordu, ben de onu gözden kaybetmemeye çalıştım.
Patikanın UTMB rotası ile birleştiği yerde belki 10-12 kişilik yaşlı bir yürüyüş grubu ile karşılaştım. Ters yönde yükseliyorlardı. Geçen seneye göre Bertone dağ evine kadar olan kısım daha rahat ve görece iyi bir tempoda geçti (geçen sene patika aşağı doğru gidince şüpheye düşmüş, arkadan gelen koşucuyu bekleyip doğru yolda olduğumuzu teyit etmem gerekmişti, emin olmak için Serkan’ı da telefonla aramıştım; uykusuzluğun etkileri olsa gerek yoksa iyi işaretli ve belirgin patika). Arada yine ters yönde geçen yürüyüşçüler ve sanırım işaretleri kontrol eden iki gönüllü ile karşılaştım. Artık saat 16:00 olmuştu ve 100 saati devirmiştim. Çok fazla kalmamıştı ama! Son yokuşu geçip Bertone dağ evine saat 16:35’de varmışım. Geçen sene öncesinde oldukça üşümüştüm ve burada içeri girip üzerime kalın giysiler giymem gerekmişti. Bu sefer selam verip hiç durmadan devam ettim. Uzun zamandır beni geçen kimse olmamıştı ve her ne kadar göremiyor olsam da büyük ihtimalle bir grup koşucunun yaklaşmakta olduğunu içgüdüsel olarak tahmin edebiliyordum. Dağ evine yaklaşırken garip hayaller kurduğumu itiraf ediyorum (tanıdıkların veya dağ evindeki insanların arkamdan gelen koşucuları lafa tutarak bana vakit kazandırması gibi :-) Uykusuzluk belirli bir sınıra gelince bu tür durumlar sıklıkla oluyor.
Dağ evinden Courmayeur’e iniş dolayısıyla hızlı oldu. Arada her iki yönde giden yürüyüşçüleri geçtim. Patikadan çıkıp kasabanın üst taraflarına bağlandıktan sonra asfalttan arada parklardan geçerek başlangıç noktasının olduğu yola ulaşıyorsunuz. Geçen sene gece geçtiğimde kimseler yoktu. Bu sefer birileri olur diye bekliyordum ama yola çok yaklaşıncaya kadar etraf yine ıssızdı. Başlangıç noktasını geçip Courmayeur’ün ana sokağına girince insanlar belirdi, ama pek destek olmadılar. Tek tük alkışlayan oldu olmadı. Sokakta ilerleyince daha çok yerel kişiler (örneğin dükkan sahipleri) alkışladılar. Şans eseri bir restoranda oturan Francesca (Canepa) ile de karşılaştık, güzel oldu. Bitiş yerine yaklaşınca alkışlar arttı, sarı halı göründü ve bitiş! Bitiş çizgisine saat 17:28’de varmışım. Benden önce bitiren sporcu ile aramızda yaklaşık bir saat fark olmuş. İlk baştaki sessizlik belki de ondan olabilir. Tahminimde haklıymışım, benden sonra 20 dakika içerisinde üç sporcu daha bitirdi (ilki 7 dakika sonra).
Tonton spiker (Tor des Geants'ın geleneksel olarak iki spikeri var, tonton olan genelde İngilizce ve Fransızca duyuruları yapıyor, diğeri ise İtalyanca) bitişe gelirken beni takdim etti. Güler yüzlü gönüllüler GPS cihazını söktü, geleneksel şekilde Tor posterini imzaladım (önceki tüm istasyonlarda ve bitişte birlikte olduğumuzu belirtmek için Serkan’ın Girgin şeklindeki imzasını atmıştım, o da üzerine 2 eklemiş), arka tarafa geçip biramı içtim. Telefondan bizimkileri aradım ve Serkan’ın ve ilk defa Servet’in durumunu kontrol ettim. Öncesinde aklıma gelmemişti. O da oldukça iyi gidiyordu. Spor merkezine gidebilmek için sarı 4x4 aracı biraz beklemem gerekti (ana sponsorlardan birisi araba markası olduğu için yarışı bitirenleri finiş alanından biraz uzak olan spor merkezine arabalar ile götüyorlar). Ama iyi olmuş, aracın sürücüsü organizasyonun çekirdek ekibindendi ve bizi tanıyordu. Sohbet esnasında gelecek sene başka insanların da koşabilmesi için belki kuraya katılmayız dediğimde, Tor’un 10. yılı olacağını hatırlattı ve bazı sürprizleri olabileceğini söyledi. Ayrıca Tor Dret’i biraz öne çıkarmak istediklerini ve bitirenleri doğrudan almayı düşündüklerini de ekledi. Şimdilik sır, aramızda kalsın. Bizi tanıdıkları için paylaşmada sakınca görmemiş (bahsettiği sürpriz 450 kilometrelik Tor des Glaciers koşusu oldu; raporu burada).
Spor merkezinde çantayı aldıktan sonra duş ve masaj bölümüne gittim. Ayakkabıyı çıkarttığımda sağ ayak baş parmağında büyükçe bir balon beni bekliyordu (baş parmağı taş ve kayalara çarpmaktan oldu, koşu boyunca acı vardı ama Gressoney’den sonra ayakkabıyı çıkarmadığım için durumunu bilmiyorum). Önce duş aldım, sonra medikal desteğe gittim. Kimse yoktu, telefonla doktoru çağırdılar (bitiş alanında daha önce görmüşüm; ihtiyaç olur diye orada bekliyormuş). Aosta’daki hastanede cerrah olarak çalışıyormuş. Dolayısıyla ayaklardaki diğer su toplamalarını önemsemedi. Baş parmaktaki balonu deşti ve bandajladı. İki gün sonra çıkarabilirsin, yeniden bandaj yapmana gerek olmaz dedi ve gönderdi :-) Oradan masaja geçtim. İstasyonlardan farklı olarak kadın bir gönüllü / masöz oldukça hafif bir masaj yaptı. İnsan biraz yoğurulmayı bekliyor... Masaj sonrasında yemek yemek için ana salona geri döndüm. Geçen senelerden farklı olarak bu sene yemek üst kattaki restoranda değil orada veriliyordu. Bence bu da doğru bir karar olmuş. Yine makarna vardı ama daha lezzetli idi, yanında dilim salam ve peynir, tatlı olarak da meyveli tart ve çikolatalı kek. Bu arada doktor da geldi ve yemeği birlikte sohbet ederek yedik. Doktorlar gönüllü değillermiş, hastane tarafından görevlendiriliyorlarmış. Organizasyon da hastaneye para ödüyormuş.
Yemekten sonra uyku alanına geçip tanıdıklarla yazıştım ve yattım. Arada uyanıp Serkan ve Servet’in durumlarını kontrol ettim. Sonraki gün de benzer şekilde geçti. Arabanın anahtarı Serkan’da olduğu için sandaletlere ve bilgisayara erişimim yoktu ama kritik malzemeler yanımdaydı. Kahvaltı için müslim ve açılmamış sütüm vardı, bolca da snickers ve kek :-) İlk gün Serkan ile birlikte koşarken yanımda taşıdığım yiyeceklerden atıştırmıştım ama sonrasında pek kullanmadım. Benden yaklaşık bir gün sonra Serkan’da koşuyu bitirdi. Onu kasabadan önce içerisinden geçilen parkın yukarısında karşıladım. Birlikte asfalta kadar indik, sonra videoya çekebilmek için önden koştum. Öncesinde ampute sporcular geldiği için finişi biraz ilginç oldu, detayları ve sonrasını artık o anlatır...
Unutmadım, aklımda! Yakında yazacağım :)